Bölüm 26: Bir Yük Taşıyorum

126 7 0
                                    

Seda ve Hande, Anıtkabir ziyaretinden sonra Ankara'nın öğle trafiğinde müzeye doğru yol alırken, aralarında tatlı bir sohbet ve hafif bir müzik eşliğinde huzurlu bir atmosfer vardı. Hande, camdan dışarıya bakarak şehir manzarasını izlerken, Seda arabayı sürerken bir yandan da Hande'ye ara sıra göz ucuyla bakıp gülümsüyordu. O anlar, huzurun ve mutluluğun sembolüydü; ta ki Seda'nın telefonu çalana kadar.

Telefonun ekranında tanıdık bir isim belirdi. Seda'nın yüzü, telefonu açtığında hala gülümsemeyle aydınlanıyordu. Ancak birkaç saniye içinde o yüz ifadesi tamamen değişti. Gözleri dondu, gülümsemesi silindi, ve sesi titremeye başladı. Telefonun diğer ucundan gelen haber, Seda'yı adeta vurmuştu. İçinde bir şeyler kırılıyordu; aniden frene bastı, araba kontrolsüz bir şekilde yolun kenarına savruldu ve durdu. Hande, bir anda sarsılınca ne olduğunu anlamadı, ama Seda'nın bu tepkisi onu derin bir endişeye sürükledi.

"Seda, ne oldu? Bir şey mi oldu?" diye sordu Hande, sesinde korku ve endişeyle.

Seda, gözleri boşluğa bakarak sanki o an orada değilmiş gibi donmuş bir halde oturuyordu. Duyduğu haberin şokuyla ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez durumdaydı. Derin bir nefes aldı, ama bu nefes onun göğsünde düğümlenmiş gibiydi. Yavaşça Hande'ye baktı, gözlerinde derin bir acı vardı.

"Onu koruyamadım..." diye fısıldadı Seda, sesi o kadar kısık ve zayıftı ki Hande'nin kalbine bir hançer gibi saplandı bu sözler. Seda'nın bu kadar sarsılmış olduğunu görmek, Hande'yi de derinden etkiledi.

Hande, ne olduğunu anlamaya çalışırken Seda'nın gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Elleri titriyordu; bir başka derin nefes aldı, bu sefer kelimeleri zorlukla toparlayarak konuşmaya çalıştı.

"İsmail'in kız kardeşi... Babası tarafından öldürüldü," dedi Seda, sesi kırılmıştı, gözlerinde tarifsiz bir keder vardı.

Bu sözler Hande'nin kalbine ağır bir taş gibi düştü. Sedanın gözlerindeki keder, Hande'nin de yüreğini parçaladı. O an, Seda'nın omuzlarındaki yükün ne kadar ağır olduğunu hissetti. Seda, bir süre boşluğa bakarak sessizce ağladı. Gözlerinden dökülen yaşlar, o anın acısını sessizce ama güçlü bir şekilde ifade ediyordu. Hande, onun yanında çaresizce oturuyor, nasıl teselli edebileceğini bilmiyordu.

Seda'nın zihni, bu haberle birlikte aniden yıllar öncesine döndü. Yüreğinde biriken suçluluk ve pişmanlık, tekrar yüzeye çıkmıştı. İsmail'i düşündü... Yıllar önce, bir operasyon sırasında, birlikte ölümle burun buruna gelmişlerdi. Seda, o zamanlar daha genç ve tecrübesizdi; bir hata yapmıştı ve bu hata İsmail'in hayatına mal olmuştu. İsmail, Seda'yı korumak isterken düşman kurşunlarına hedef olmuştu. O gün, Seda sadece bir arkadaşını kaybetmemişti; ruhunun bir parçasını da yitirmişti.

İsmail, Seda'nın en yakın dostuydu. Sadece birlikte çalışan silah arkadaşları değil, birbirlerinin kardeşi, ailesi gibiydiler. İsmail'in ölümünden sonra, onun annesi ve kız kardeşi Seda için birer aile olmuştu. İsmail, son nefesinde Seda'ya kız kardeşine göz kulak olmasını istemişti; Seda o sözü vermişti, ama şimdi o sözü tutamamıştı. Kız kardeşi de vahşice, kendi babası tarafından öldürülmüştü. Bu acı, Seda'nın omuzlarına ağır bir yük olarak bindi. O anın dehşeti, yıllardır içini kemiren pişmanlıkla birleşti ve Seda'yı neredeyse nefessiz bıraktı.

Seda, bir süre daha arabada donmuş bir halde oturduktan sonra, kendine gelmeye çalıştı. Arabayı tekrar çalıştırdı, ama yüzündeki keder silinmemişti. Hande, Seda'nın yüzündeki acıyı ve yorgunluğu görüyordu, ama ne söyleyeceğini bilemiyordu. Seda, sessizdi; içindeki fırtınayı dışarı vurmamak için büyük bir çaba sarf ediyordu, ama bu sessizlik Hande için daha da ürkütücüydü.

Nevşehir'in küçük bir köyüne vardıklarında, Seda'nın nefesi daha da ağırlaştı. Gözleri dolmuştu, ama ağlamıyordu. Arabayı köy meydanına park etti ve sessizce arabadan indi. Hande de onun peşinden yürüdü, ama Seda'nın etrafındaki karanlık havayı hissedebiliyordu. Köy halkı cenaze için toplanmıştı; hava ağır ve kasvetliydi, herkesin yüzünde derin bir hüzün vardı.

İsmail'in annesi, yaşlı bir kadın, kızının tabutunun başında sessizce ağlıyordu. Seda, kadına yaklaştığında, kadın gözlerini Seda'ya dikti. Gözlerindeki acı, tarifsizdi. "Oğlumu aldılar, şimdi kızımı da aldılar," diye hıçkırarak Seda'ya sarıldı. Kadının bu sözleri, Seda'yı derinden yaraladı. Ne söyleyeceğini bilemedi, sadece kadının titreyen bedenine sarıldı, onu teselli etmeye çalıştı ama kendi gözyaşlarını da tutamıyordu.

Seda, kadının omuzlarına sarılmışken, içinden fırtınalar kopuyordu. "Oğlumu aldılar, şimdi kızımı da aldılar," bu cümle, Seda'nın zihninde yankılanıyordu. Kendi kendine tekrar etti, "Onu koruyamadım..." Bu yük, onu adeta yere serdi. O anın ağırlığı altında eziliyordu. Her nefes, yüreğine bir bıçak gibi saplanıyordu. Hande, Seda'nın yanında durup ona destek olmaya çalıştı, ama ne yapacağını bilemiyordu. Seda'nın acısı o kadar büyüktü ki, Hande'nin varlığı bile bu acıyı hafifletmeye yetmiyordu.

Cenaze töreni başladı. İmam, cenaze namazını kıldırırken, Seda mezarın başında dimdik durmaya çalışıyordu, ama içindeki acı dalgaları onu neredeyse yıkıyordu. Namaz kılındı, dualar edildi. İsmail'in kız kardeşi, küçük bir mezara defnedildi. Seda, mezarın başına geldiğinde dizlerinin üzerine çöktü. Elleriyle toprağı tuttu, gözleri dolu dolu, sesi titrek bir şekilde fısıldadı:

"Affet beni, İsmail... Sözümü tutamadım."

Bu fısıltı, rüzgarla birlikte yayıldı, ama sanki dünya Seda'nın bu sözlerine karşılık verecek gibi sessizdi. Gözyaşları, toprağa karıştı. Her damla, Seda'nın yüreğindeki acıyı biraz daha derinleştiriyordu. Hande, Seda'nın yanında durup ona destek olmaya çalıştı, ama bu acı karşısında çaresizdi. Sadece yanında durdu, onunla birlikte bu acıyı paylaşmaya çalıştı.

Mezarlıkta uzun bir süre kaldılar. Seda, İsmail'in kız kardeşinin mezarı başında sessizce oturdu. Zaman durmuş gibiydi, dünya dönmüyor, her şey donmuştu. Hande, onun yanında sessizce bekledi. Ne kadar zaman geçtiğini bilemiyordu, ama bu anın sonsuzmuş gibi hissettirdiğini biliyordu.

Seda, sonunda ayağa kalktı. İçindeki büyük yükle yaşamaya devam etmek zorunda olduğunu biliyordu. Hayatına devam etmesi gerekiyordu, ama bu acı, onun bir parçası olarak kalacaktı. Hande'nin yanında olması ona biraz olsun güç veriyordu, ama bu yarayı sarmak uzun zaman alacaktı.

Seda ve Hande, köyden ayrılmak üzere yola çıktılar. Sessizlik içinde arabaya bindiler. Geri dönüş yolculuğu sessiz geçti. Hande, Seda'nın elini tuttu, ona yanında olduğunu hissettirmek istedi. Ama Seda'nın düşünceleri çok uzaktaydı, geçmişe dönmüştü. Kendi içindeki fırtınayla baş başaydı. Bu yolculuk, Seda için bir son değildi; bu sadece, taşıyacağı yükle yaşamayı öğrenme sürecinin bir başlangıcıydı.

Bu acı dolu anların ardından, ikisi de sessizce oturmuş, birbirlerinin varlığından güç alıyorlardı. Sessizlik, ikisinin de yaralarını saran bir örtü gibi üstlerine çökmüştü. Seda'nın gözlerinden süzülen yaşlar, Hande'nin kalbine damlıyordu. İkisi de sessizdi, ama bu sessizlik, derin bir acının yankısıydı. Geri dönüş yolculuğu, Seda'nın içindeki fırtınayı dindirmese de, Hande'nin varlığı onun için bir teselli kaynağıydı.

"Yazık sana nasıl kıydılar yar..."

Zıt Renklerin Dansı | gxgHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin