Yusuf'un Hikayesi - Gelişme 41

9 0 0
                                    

Uyudum dediysem sahiden de uyumuşum hem de öyle böyle değil. Demek ki insan geçmişte bile olsa bir peygamber olduğunu bilince böyle kuş gibi hafif hissediyormuş kendini...

Hadi oradan!
Peygambermiş!

Kendimle kavgamın bittiği gün sanırım huzur denen şeyle tanışacaktım. Oldu bitti böyleydim ben... Bir yanım şunu der bir yanım bunu, bir yanım şunu ister bir yanım bunu, bir yanım öyle bir yanım böyle... Şimdi de başıma bu işleri açtım. Evet evet! Ben kendim açtım! Yusufmuş, peygambermiş, reeankarnasyonmuş...

Gördük işte! Hiç de bir marifet yokmuş!

Ortak özelliklerimiz olan bir peygamber varmış ve adı Yusufmuş... Bu kadar...Hayatından örnek alacağım davranışlar varmışmış...

Bu konuda Sayın Tanrıya sitemliydim doğrusu, çünkü başıma gelmeden örnek verseydi çok daha iyi olurdu benim için...

Her neyse, sonuçta Tanrının başı hayli kalabalık... Sadece geçmiş defterleri şöyle bir karıştırayım diyecek olsa... Aman Allah! Benim örnek alacağım hikâyeye sıra gelinceye kadar biraz gecikme olması son derece normal...

Böyle bir ileri bir geri düşünürken bir şeyi fark ettim...

Tanrıyla arayı dizmişiz meğer...

Daha yirmi dört saat öncesine kadar kelimesi bile geçince veryansın eden ben artık Tanrıyla gayet de senli benli muhabbet ediyordum. Demek ki benim O'ndan beklediğim şey, sadece birazcık muhabbetmiş.

Altı üstü bir Yusufla tavladı beni, iyi mi!

Yine de kolay lokma olma niyetinde değildim. Derhal burnumu dikip şu kahvaltı meselesine yoğunlaştım. Reenakarnasyonu da, rüyaları da, Tanrıyı da biraz askıya almanın faydası olacaktı benim için...
Daha önce bir aileye kahvaltı için konuk olmadığımdan, üstüme ne giymem gerektiğini bilmiyordum. Bilmediğim için de rahat edeceğim türden bir kıyafet seçimi yaptım; bir eşofman, bir tişört ve bir baharlık hırka...

Cüzdanımı, askılıkta duran hali hazırdaki mini çantama koydum. Cep telefonumu yanıma almadım. Kapıya çıktım, gürültülü seslerle kapıyı kilitledim, anahtarı da mini çantama koyup Natali'nin dün akşam getirdiği tabakla birlikte kendimi onların evine götürdüm.

Kapıyı Natali açmalıydı, öyle bir beklentim varmış demek ki... Ama öyle olmadı. Kapıyı yakışıklı bir adam açtı. Yakışıklı dediysem, ciddi ciddi yakışıklı bir adam... Orta boylu, düzgün vücutlu, hatta biraz fazla düzgün vücutlu... Hatta çok çekici bir vücutlu adam... Açtı işte kapıyı. Küçük Yusuf'un babası olmalı diye düşündüm, sonra umarım bu o değildir diye düşündüm. Niye düşündüm bunu, tam olarak bilmiyorum. Biraz karışık duygular vardı o kısımda...

Beynim, adamın düzgün vücuduna takılıp kalmışken o bana başka bir dünyadan seslenir gibi bir şeyler söyledi. Yarısını duydum, yarısını duymadım veya yarısını anladım yarısını anlamadım gibi...

Kulaklarım çınlıyordu. Beynim uyuşuyordu. Kalbim çarpıyordu. Gözlerim fıldır fıldır dönüyordu. Yüzümde de hafif bir ateşlenme olmuştu... Ellerimi nereye koyacağımı bilemedim gibi bir haller oldu bana... Bir tür heyecan bastı, bir yandan korku gibi... Bir yandan bahane uydurup gitsem iyi olacak dedim içimden, bir yandan akşama kadar buradasın dedim, gibi...

Derken kendimi Küçük Yusufların evinin salonunda buldum.

Bir önceki gün Natali'nin ayağıma krem sürerken sere serpe uzandığım koltukta o an, annemin "taze kız sivri gelin" dediği tiplere yakışır bir biçimde, dimdik oturuyordum. Kendimi beğendirmeye çalışıyordum besbelli ama kime, onu o an pek ayrıştıramıyordum. Yusuf'un babası bir şeyler anlatıyordu. Sanırım babasıydı gerçekten...

Hay Allah! Adam evli!

Sana ne evliyse?
Kendimi acilen toplamam gerektiğine inandım. Biraz toparladım da...

"Kahvaltıda meyve suyu mu içerdiniz Sayın Züleyha, çay mı?"
"Çay lütfen!"

Hayatımda hiç bu kadar ince bir ses tonuyla "çay lütfen" dememiştim. Evet, kesin olarak kendimi Yusuf'un babasına beğendirmeye çalışıyordum. İyi de ben orta boylu adam sevmem ki...

Salondaki büyük masaya kurulmuş zarafet timsali sofraya kurulduk, paşalar gibi. Paşalar gibi dediysem, sahiden havamız yerindeydi. Hepimiz niye o kadar havalıydık bilmiyorum ama; Küçük Yusuf bile o gün pek bir havalıydı.

Önceki gün olduğu gibi yine yüzüme hiç bakmadı fakat o gün, o küçük suratında tuhaf bir gurur ifadesi yakaladım. Yusuf, babasının varlığıyla sümsük halinden çıkıp bir delikanlı havasına bürünmüştü. Anlaşılan, babasıyla gurur duyuyordu. Ne güzel...

Natali, servise başladı. Yusuf'un babası da konuşmaya...

"Dün akşam Nataliyle konuşurken gün içinde olanları anlattı bana her zaman olduğu gibi... Bakmayın oğlumuzdan uzakta yaşadığımıza; elimiz, kolumuz, kulağımız hep buradadır. Tabi ki Natali'nin sayesinde... Bize bu alışkanlığı o kazandırdı diyebilirim. Yani... Eskiden de tabi ki arayıp sorardık ama Natali bizim aramamızı pek beklemez. Akşam dokuz dedi mi Yusuf yatmadan önce mutlaka bizi arar ve gün içinde olanları birlikte anlatırlar. Küçük oğlumun burnunun kırıldığını duyunca ilk uçakla geldim. Size de teşekkür etmek istedim. Kahvaltı, teşekkür için biraz mütevazı oldu belki ama bir bayanı da hemen yemeğe davet etmek yakışık almaz diye düşündüm. Lütfen kusurumuza bakmayın."

"Ne kusuru canım", dedim. Gerisini getiremedim. Gülümsedim. Yusuf'un babası da bana gülümsedi. O arada adamın adını bilmediğimi fark ettim. Büyük ihtimalle benim aklımın şaştığı o anda kendini tanıttı ancak ben duymadım.

Duyamadım çünkü kulaklarım vızıldıyordu.

Güzel zeytinyağlılarla kahvaltımı yapmaya başladım. Tuhaf bir duygu vardı içimde "kendimi evimde gibi hissediyordum".

Oysaki o güne kadar doğup büyüdüğüm ev de dâhil olmak üzere birkaç yıldır yaşadığım kendi evim haricinde hiçbir yerde rahat edememiş biriydim. Bin türlü allem kulem ile gelip yerleştiğim şu evdeki rahatlığıma ise bir anlam veremiyordum.

Neyse ki nazik ev sahibi beni kendimle fazla baş başa bırakmıyordu. O da Natali gibi "sohbeti yürüt" işini iyi yapıyordu.

"Natali bana, iç mimar olduğunuzu söyledi. Ne kadar güzel."

Derhal eve alıcı gözle baktım. Yoksa yeni bir müşterim mi oluyordu?

"Evet!" dedim çarçabucak. "İç mimarım!"

Yusuf'un HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin