Ve Sevgili Kızım,
Bir gürültüyle uyandım.
Gözlerimi açtığımda Selim başucumda, ağzından tükürükler saçarak bağırıyordu:
"Züleyha! Uyan artık! İyi misin? Kendine gel lütfen!"
Meğerse defalarca telefonla aramış beni. Ben de hemen hemen her defasında açıp bir şeyler söyleyip kapatmışım. Sonra benim henüz daha uyanamadığımı anlayınca eve gelmiş. Kapının zilini defalarca çalmış. Açmamışım...
İyice meraklanmış ve bir çilingir çağırmış, kapıyı açtırmış. İçeri girmiş.
Viski şişelerinin arasında, salonda öylece yerde yatarken bulmuş beni. Korkmuş.
Beni uyandırmak için bir sürü şey yapmış.
Neler olduğunu anlamak benim için de kolay olmadı.
Önce konuştuk. İşlerin nasıl gittiğini sordum. Her şey yolunda dedi. Müşteriye öğleden sonra işi teslim edebileceğimizi söyledi. Ama benim başımda dayanılmaz türden bir ağrı vardı.
"Şayet beyninde bir fil oturuyorsa, başını kuş tüyü bir yastık dinlendiremez."
Uyumuştum ama dinlememiştim işte...
Selim'le daha fazla konuşmak istemiyordum.
Elim telefona gitti.
Atilla'yı aramak istedim. Bilmiyorum neden istedim ama aramak için telefonu elime aldım ve Atilla'nın numarasını bulmaya çalıştım; bulamadım.
Hemen kalkıp elimi yüzümü yıkadım ve Atilla'ya uğramak istediğimi söyledim Selim'e.
"O da kim?" dedi bana...
Doğru diyordu, o da kim? Ona bu iki gün içinde neler olduğunu anlatabilecek halde değildim ama Atilla'yı aramak istiyordum; üzerime bir şeyler alıp küçük Yusuf'un ve Atilla'nın evine doğru gittim.
Selim de benimle birlikte geliyordu. Sürekli konuşuyordu ama ne dediğini anlamakta zorlanıyordum. Sözleri havada dağılıp gidiyor gibiydi.
Atilla'nın oturduğu apartmanın kapısından girdik; evlerinin olduğu kata asansörle çıktık. Hayret, evin kapısı açıktı. Üstelik ardına kadar...
İçeri girdiğimde evin tamamen boş olduğunu gördüm. Dizlerim bir anda boşalıvermişti...
Atilla, tüm evinin eşyalarıyla birlikte bir gecede nereye gitmişti?
Oradan oraya koşturmaya başladım. Derken içeriden iki adamın bana doğru yürüdüğünü fark ettim. Bir şeyler söylüyordular. Anlamıyordum. Selim de onlara cevap veriyor gibiydi ama ne konuştuklarını anlamıyordum. Atilla gitmişti...
Yusuf gitmişti...
Natali gitmişti...
İyi ama nereye ve daha önemlisi neden?
Adamlar bana iyice yaklaşınca Atilla'yı sordum.
"Hanımefendi, benim adım Murteza. Bu evin kiralanma ve satılma işiyle ilgilenen emlakçıyım. Beyefendi de bu evle ilgileniyor, ona evi gösteriyorum. Fakat Atilla Bey'i ben tanımıyorum." diyince iyice zıvanadan çıktım.
Avazım çıktığı kadar bağırdım.
"Ne demek Atilla'yı tanımıyorum! Bu evde oturuyordu Atilla! Bir tane de küçük oğlu var, adı Yusuf! Bir de bakıcı kadın var, Rus! Adı Natali!"
Adamlar bana boş boş bakıyordu.
Emlakçı sözlerini tekrar ediyordu. "Hanımefendi, bu ev aylardır boş. Ben bizzat ilgileniyorum. Atilla Bey'i tanımıyorum."
"Ne demek tanımıyorum? Daha dün geceye kadar bu evde oturuyordu Atilla! Oğlu var, bakıcısı var! Yusuf'la Natali! Üç kişiler! Aslında bir de karısı var ama o yurtdışında!"
Emlakçı ve Selim, bir deliye bakar gibi bakıyordu bana. Ama o diğer adam... Biraz daha sakin gibi görünüyordu... En nihayetinde konuşmaya o da katıldı...
"Merhabalar Hanımefendi. Benim adım Sönmez, bu evi satın almak için yaklaşık olarak bir aydan beri avukatım Murteza Bey ile görüşüyor. Ben ise dün gece Türkiye'ye geldim. Ancak ilginç bir şey var ki... Nasıl desem... Benim yedi yaşında bir oğlum var ve adı Yusuf. Bir de bakıcımız var ki dediğiniz gibi kendisi Rus'tur ve adı da Natali."
Hepimiz çivi yutmuş gibi kaldık.
Birden gözlerim Sönmez denen adamın gözlerinde kilitlendi. Hayır, bu adam Atilla değildi... Ama...
Neler oluyordu?
"Doğrusunu isterseniz, biraz içkili görünüyorsunuz. Sanırım alkolü biraz fazla olmuş gecenizin. Yusuf ve Natali'den bahsetmeseydiniz, sizin alkolik biri olduğunuzu düşünecek ve sizinle hiç ilgilenmeyecektim ama durum şu an benim için biraz tuhaf görünüyor. Söyler misiniz, siz kimsiniz?"
Ben kimdim?
Gerçekten de o anda bu soruya cevap verebilmeyi çok istedim, ama yapamadım. Benim yerime bu işi Selim yaptı.
"Züleyha Hanım, Türkiye'nin en iyi iç mimar listesinde ilk üçte yer alır Sönmez Bey. Dün gece biraz alkollü geçmiş, doğru söylüyorsunuz ama aslında Züleyha Hanım alkolik değildir. Kendisini uzun zamandır tanırım, ancak içki içtiğini bile şimdiye kadar hiç görmedim. Aslına bakarsanız şu an ki durumu ben de çözmeye çalışıyorum. Belli ki bir şeyler olmuş ama neler olduğunu ben de bilmiyorum."
Sonra yavaşça bana yaklaştı... Omuzlarımdan tuttu. Gözlerini yüzümde gezdirdi.
"Züleyha, her şey yolunda mı?"
Bilmiyordum.
Neler olduğunu anlamadığım için yolunda olan veya olmayan ne olduğunu da kestiremiyordum.
Murteza Bey, oturmam için bana eski ve yırtık bir sandalye getirdi. Bu sandalye... Daha dün sabah kahvaltı yaptığım o eşsiz sofradaki masanın takımındaki sandalyeye hiç benzemiyordu...
Oturdum.
Düşünmeye çalıştım.
Beynimin içinde bin türlü ses ve görüntü vardı. Hiçbirisini bir diğerinden ayırt edemiyordum....
Annemi hatırlıyordum... Sanki bir alışveriş merkezinde yanımdan geçmişti... Sanki onunla konuşmak istemiştim...
Sonra kaçıp gitmiştim sanki...
Sonra...
Eve gittim.
Sonra...
Börekçiye gittim, karnım açtı ve bir şeyler atıştırdım.
Sonra....
Sahile kadar yürüdüm.
Biraz oyalandım, düşündüm ve dönüşte markete gidip iki şişe viski aldım.
Biraz çikolata... Biraz kuruyemiş...
Sonra...
Eve gittim...
Sonra...
Bir sigara içtim balkonda ve...
Atilla peki?
Yusuf?
Natali?
Onlar yok!
Aman Allah'ım! Bir rüyaymış hepsi!
Evet kızım benim,
Meğer hepsi bir rüyaymış!
Kendimden nasıl utandığımı anlatamam. O sandalyeye adeta yapışıp kaldım. Ne sağıma ne soluma hareket edemiyordum.
Neden bilmem Sönmez Bey yanıma geldi.
"Züleyha Hanım, sizi buraya getiren şey nedir? Çok merak ettim."
Mutluluk... Aslında beni buraya mutluluk getirmişti rüyamda ama görünen o ki; mutluluğum da sadece bir rüyaymış...
Öylece adamın yüzüne baktım.
Çenem kilitlenmişti, konuşamıyordum.
En kapsamlı kelimeyi bile bulacak olsam, düştüğüm durum için saçma bir söz olacaktı. Sustum.
Selim, biraz tedirgin görünüyordu. Koluma girmeye çalışırken "Eve gitsek iyi olacak, işi ben teslim ederim." diyordu.
Çok şükür, bir işim olduğu gerçekmiş en azından! Selim gerçekmiş! Atilla ise bir rüya...
Peki, o kadar şey... Ben nasıl da...
Her neyse...
İçkili bir gecede sıkı bir uykuda görülen bir rüya, son derece etkili oluyormuş demek ki... En azından bunu öğrenmiştim....
Sönmez Bey'den ve Murteza Bey'den özür dileyerek evden çıkmak üzereydim ki antrede sarı sıcak bir ışık yüzüme dokundu. Bu ışığı tanıyor gibiydim...
Bir hayali yaşar gibi iliklerime kadar bu sarı sıcağı içime çektim. Bir yandan da olanlara bir anlam vermeye çalıştım.
Evet, bir önceki gün annemi görmüştüm; hayatımın gerçek kabusu!
Ondan kaçarak yeni bir hayata başlamıştım ama anlaşılan, onu görünce bütün korkularım beynimin içine üşüşmüş...
Sahi, neden bu kadar etkilenmiştim onu görünce?
Gece boyunca, rüya aleminde çocukluğumun izlerini takip etmiştim ama neden?
"İşte oradaydı, o kuşkulu gözler...
Hayır hayır!
Mutsuz gözler..."
"Anne ve baba sevgisiyle büyümek, küçücük bir çocuğun en doğal hakkıdır oysaki... Evet, en doğal haktır bu ve bu haktan mahrum edilmiş bir çocuk..."
Yusuf'a bürünerek karşıma çıkan mutsuzluğum, ihtiyacım olan sevgi... Natali... Özlediğim sıcak kadın şefkati... Beklediğim... Ama hep uzaktan seyrettiğim o anne sevgisi...
Bir mağaranın içinde kış uykusundaki bir ayı gibi horultuyla beni bekleyen korkularım...
Neden birden bire gün ışığına çıkmıştı?
Bunların hepsini atlatmış olmalıydım...
Yenmiş olmalıydım en önemlisi...
Ama görünen o ki...
"Şiddetle karşı çıkıyordum beynimin geçmişe yönelik ziyaretine... İzin vermiyordum...
Ama olmadı..."
Şu huysuz, sinirli, suratsız çocukluğum burnumun dibine dikilivermişti aniden...
En iyi işimi yaptığım günün kutlaması olacağı gün... Köhne geçmişim önüme bir köprü gibi serilmişti...
Geçmiş miydim? Kalmış mıydım? Ortasında mı duruyordum?
Bilmiyordum.
Adımlarım kendiliğinden apartmanın kapısına doğru gitti.
Bir taksi tuttum ve uzun saçlı bebeklerimle dolu olduğuna inandığım o eve doğru gittim.
Çünkü ben, anlamsız bile olsa, kafama takılan bir problemi çözmeden rahat eden biri değildim.
Kapıyı annem açtı.
Hiç konuşmadım.
İçeri girdim.
Dolabım, eski yerinde duruyordu.
Kapısını açtım ve içinde uzun saçlı bebeklerimin olduğu kutuyu açtım.
Bebeklerimi kucağıma alıp kapıya doğru yöneldim yeniden.
Annem bir şeyler söylüyordu. Sanırım evde yalnızdı.
Ne dediğini anlamıyordum çünkü onu anlamak istemiyordum. Onu artık dinlemek de istemiyordum.
Kapıdan dışarı çıktım ve dedim ki:
"Seni sevmiyorum. Çocuklarını da sevmiyorum. Kocanı da sevmiyorum. Bana yaşattıkların için seni affetmiyorum. Eğer bir peygamber olsaydım, belki seni severdim ve affederdim. Ama değilim ve bu yüzden seni affetmiyorum."
Annem, yine arkamdan şaşkın şaşkın bakıyordu. Yine bir şeyler dökülüyordu yalanı seven dudaklarından...
"Gitme!" diyordu yine. "Bu kinin ne zaman bitecek?" diyordu ama benim bir kinim yoktu. Kızgınlığım da yoktu. İçimde bir toz tanesi kadar bir nefret duygusu bile yoktu.
Beni beklemesini söylediğim taksiye binip kendi evime geldim.
Bebeklerimi yatak odamdaki aynalı konsolun önüne dizdim.
Sonra Selim'i aradım ve müşteriye birlikte gidebileceğimizi söyledim.
Kararlaştırdığımız saatte, müşterinin avukatıyla buluştuk. Daha önce de zaten onunla görüşmüştük. Müvekkilinin Türkiye'ye yerleşmek üzere olduğunu ve ev ararken çok zorlandığı için iş yerini fazla uzatmak istemediğini, bu yüzden üç gün içinde ofisini kullanılır hale getirmemiz gerektiğini söylemişti. Bunun için ne kadar para istersek, o kadar para alabileceğimizi, yeter ki bu işi bitirmemizi önemle belirtmişti. İşi kabul etmiştik.
Müvekkil, ofisini görmek için gelecekmiş....
Bekledik ve geldi.
Karşımda gördüğüm adam, hiç de yabancı değildi.
Birbirimize ismimizle hitap ettik.
"Umarım şimdi daha iyisiniz Züleyha Hanım. "
"Sanırım daha iyiyim Sönmez Bey, sabah yaşananlar için özür dilerim. İçkiyi biraz fazla kaçırmışım."
"Bazen olur böyle şeyler Züleyha Hanım."
"Evet, gerçekten de Tanrı bazen kırbacını şıklatmak istiyor."
"Ve sanırım bu defa Tanrı, kırbacını iyi şıklatmışa benziyor..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yusuf'un Hikayesi
Narrativa generaleYusuf'un Hikayesi / ÖNSÖZ “Sende Yusuf’un hikâyesi yazılıdır!” GİRİŞ Uyandım.... Ne korkunç bir duyguydu o! Ne sarsıcı bir beyanat… Bu arada Yusuf kim? ENG : Josph's Story / Preface "Joseph's story is written in you..." ENTRY I woke up... What a ter...