Helena
Gözyaşı yanağımdan kayıp, yeni ayakkabılarımdaki yüzeye ses cıkararak düştü.
Beni tekrar küçük duruma düşürmüştü. Bu muameleyi hakediyor muyum?
Ellerim titriyordu, tirek hareketlerle ayakkabılarımı onun önünde protesto edercesine çıkardım, gözleri aynı sertlikte bakıyordu.
Gözlerine bakarken yüzüm buruştu, dudaklarım ağlamamın şiddetiyle çarpılmıştı.Ben bu kadar gereksiz miydim onun için?
Ben- Ben sanmıştım ki-
" Bayan ben size eşli.."
" Seni alakadar etmez! Bırak kendi gider."
İlk cümleyi ölümcül bariton ses tonuyla garsona aşağılayan bir ifade takınarak söyledi. Kükremişti. Resmen.
İkinci cümle benim sesli bir şekilde ağlamam için perdeleri kaldırmıştı gözlerimden.
Üzerimdeki gömleğimin düğmelerini tir tir titreyen ellerimle açamıyordum, eteği hıçkırırcasına, göğüs kafesim hayal kırıklıklarıyla sıkışırken kalçalarımdan yere düşmesine izin verdim.
Çatal bıçağı ile ilgilenmeyi bırakıp, beni umarsızca izledi. Tiyatrodaki drama aktrislerini kıskandıracak derecede acı bir sahneydi bu.Gömleğin düğmelerinin kalanlarını zorlukla açıp kollarımdan kaydırarak yere düşüşünü duydum.
Çamaşırlarımı çıkaramazdım. Bunu yaparsam tek parça kalamayacağımı biliyordum odadan çıkarken.
Derin bir nefes alıp başını eğdi ve yemeğe devam etti.
Ondan tiksiniyordum.
Hıçkırıklar boğazımdan inlemeyle çıkıyordu. Yalpalayarak garsonun ne de onun yüzüne, oldukları tarafa bakmadan kapıdan çıkıp koridora yöneldim. Vücudum utancımdan, aptallığımdan, saflığımdan, sahip olduğum her lanet duygudan dolayı yanıyordu.
Üşüyordum. O insan olamazdı.
Yanlıştı. Çok yanlış yaptın Helena.
Paralı bir fahişesin sen !
İç sesim de bana karşı acımasızdı. O kıyafetleri giydiğimde onun odasında onu bekleyen fahişe kadar ucuz bir haldeydim. Soluk soluğa , kalbim burkulurken koşmaya başladım.
Kaçmalıyım, cehenneminden. David Henry Roxroach.
Daha ilk günden ateşi yakmış, tenimi dağlıyordu. Şeytanın bile çıkarları doğrultusunda , karşısındaki kadına ağaçtan yasak elmayı koparması için tatlı dil döktüğü olmuştu. Ama o bambaşkaydı.
Asansöre girerken, garson koşarak yaklaştı. Benimle birlikte asansöre girdi. Bakışları çaresizdi.
" Fraulein, bitte!" Ona almanca konuşamadığımı ifade ettim. Elimle göğüslerimi kapattım, ama o bu görüntüye dayanamadi. Ya da kuralları ezip geciyordum, beni yerdeki ot gibi ezen o hayvanın yüzünden.
Ceketini koluma koydu, asansörün zemin kat düğmesine bastı. Nazikçe tenime dokunmadan, elleri ceketi çocuk giydirircesine özenle giydirdi vücuduma. Garson uzun boylu ve ince yapıdaydı. Düzgün, hafif kaslı bir vücudu, esmer teni ve başımı ağlarken kaldırdıgımda gördüğüm gri gözleri vardı. Açık kumral saçları, kısaydı. Kıvırcıkları belli oluyordu.
Bana bir not kağıdı uzattı, ingilizce sözlerle, onu eve vardığımda mesaj atmamı istiyordu.
Ağlamam histerik bir işkenceye dönüştü, asansör 37. kattan zemin kata inene kadar kollarında ağladım.
Saf şefkatti . Lanet olsun istedim buydu. Bir parça kırıntıdan eser yoktu onda.
Ne sanmıstım, bebek bakıcilığımı yapacaktı.
Fahişe misali giydirip, sonra odasından def etti.
Tadına baktı. Dudaklarimı tutarak, asansörden cıktım. Öpüşünden, dokunuşunun yerini acı ve nefret bırakacaktı.
Taksiye doğru koştum ve arka koltuğa devrildiğimde, adresi ağlayarak 2 kez tekrar ettim. Dilim dönmüyordu.
Ciğerlerim boşalırcasına ağlıyordum. Elimle dudağımda bıraktığı tadı silmeye çalışıyordum.
Ya ruhumdaki tadı, izi ?
Eve vardığımda apartman görevlisinin yüzüne bakmadan, dairemin kapısını sert bir hareketle kapatıp. Üzerimdeki ceketi çalışma masamın sandalyesine astım. Hıçkırıklarım durmak bilmiyordu.
Nasıl bu hale gelmiştim? Beni hiç tanımayan ve yargılamaya tenezzül bileo etmeyecek ir adamla yakınlaşıp, otel odasında kalmıştım.
Burnumu kabaca sildim kolumla.
Soğuk parke zemine dizlerim üzerinde çöktüm. Ellerimi başımın iki yanına koyup kulaklarımı kapatmaya çalıştım. Hayır!! Duymayı istemiyorum. Senden tiksiniyorum.
Bir daha hayatımdan herhangi bir dakikamı çalamayacaksın.
Neden bana iyi davranmadın? Nazik olmadın, neden o bardan kıskançlıktan delirmiş gibi zorla götürdün beni.
Bana ait.
Neden dedin bunu ? Kimsenin sevgisini haketmemiş yetim kalbimi neden paramparça ediyorsun? Güçlü mü olduğumu sandın?
Ne! Lanet olsun. Ne istedin benden? Nasılda teslim oldum. Sevgiye açtım. Zaafımdan neden yararlanmadın? Sevilmeyi haketmeyecek kadar gereksiz miydim?
Gözyaşlarım çenemden bacaklarıma damlıyordu, Cenin pozisyonuna, tüm kemiklerim kırıkmışcasına, ağır hareketlerle kıvrıldım. Dişlerim birbirine çarpıyordu. Haykırarak ağlıyordum. Kalbim göğüs kafesimde, büyüdü, büyüdü, ve en sonunda, yakıcı bir haykırışımla asit dökülürcesine yanıp tutuştu.
Yere dökülen ekmek kırıntılarını coşkuyla kabul eden serçe. Pahalı elbiseleri düşününce ellerimi mideme yumruk halinde yerleştirm.
Belki başka birine almıştı.
Beklediği biri vardı ?
Sert zemin narin ve hassas vudumu, incitiyorken, kemiklerimdeki sızlamalar eşliğinde uyandım.
Bulutlu çarşamba sabahıydı. Gözlerim saati buldu, 08:36 ellerimle bitkin vücudumu yerden kaldırdım, ayaklarımı sürümek iyi geliyordu.
Sürüngen! - Ah, hayır.lütfen olmaz. İç sesim de uyanmış. Günaydın sanada günaydın.-Yüzüme buz gibi akan sudan çarptım. Yatağa serin çarşaf ve yastıklara serildim, sonra cenin pozisyonunda, içime kapanarak, tüm dünyayı dışladım. Kendi odam. Baloncuğumdaydım.
Göz kapaklarım ağırlaştı, karanlık bir çift perde beni huzura doğru yönlendirdi.
Henry.. rüyalarıma tecavüz edercesine girecektir.
Ölü gibiydim. Makyajsız. Maskelerimi düşürmüş, Polyannacılık rolü kesmeyi bırakalı henüz 2 gün olmuştu.
Mısır gevreğimi sütle ıslatıp, balkondaki şezlongumda bağdaş kurdum.
Didikleyerek, nazlanarak bir iki kaşık aldım, buz gibi süt dilimde ve ağzımın içinde dans ederken, gözlerimi yumdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tehlikeli Sınırlar (Askıya Alındı)
Roman d'amourSevgi. Değerli oldugunu hissetmektir ,her varlığın hakettiğidir. Bağımlılıktı, o uyuşturucuydu. Gözlerim yanıyordu, akan gözyaşları,görüş alanımın içine ediyor. Aynadaki görüntüm.. Büsbütün yabacı. Bedenimden tiksinircesine aynadaki aksimi izledim...