Bebek. (Part 1)

4K 78 13
                                    

6 ay sonra


Ellerimdeki siyah eldivenleri yavaşça çıkardım. Maskemi düşürürceaine gözlüklerimi katlayıp ceketimin cebine yerleştirdim.
Herşey siyahtı. Tepeden tırnağa .. Karanlıktım. Ömrümde hiç hissetmediğim o yarayı o yangını tam göğsümde besliyordum.. Aşkım.
Gözlerime vuran ayaz gözyaşlarımın sıcaklığı ile çatışıyordu.
Ciğerlerime dolan zehrin verdiği acıyı umursamıyordum bile.. Tüm dünyam alt üst olmuştu.
Titreyen ellerim soğuk taşın yüzeyinde dolaşırken, kaşlarım pişmanlık ile çatıldı. Eksiktik. Dudaklarım çatlamış, gözlerim kanlanmıştı. Çok yorgundum. Hiçbirşey yiyemiyor, alkol ile kendimi uyuşturuyordum.
Az kalmıştı. Kavuşmak için elimden gelen herşeyi yapıyorken, o herşeyden bir haberdi.. Ellerimi nemli toprağı okşarcasına gezdirdim.. Soğuk.
Hayır.. O hep sıcak varlığı ile aşkımıza muhtaçtı.
Toprağın üzerinde biriken kuru dal ve yaprakları tek tek temizledim.
Kokusu , teni, saçları, okyanuslar kadar derin.. Gözlerimden akan birer damla yaş yanağımdan süzüldü ve toprağa kavuştu.
Kalbim hissetmediğim , hissedemeyeceğim kadar donuktu. Bedenim ve ruhum ateşe verilmişti adeta.

Yapayalnızdım. Beni bırakıp gitmişti. Soğuk taşa dudaklarımı dayadım ve öptüm. Sanki ona dokunur gibi.. Tekrar tenine muhtaç olduğumu dile getirir gibi.
Taşa işlenmiş yazılarda parmak uçlarım gezerken..kalbim daha fazla katlanamadı buna.
Ölüyordum. Canımı bin parçaya bölüp apayrı acılara yem atmıştı Tanrı.
Bizim Tanrımız ! Onu benden alan Tanrı!
Hıçkırıklar serbest kalırken toprağı avuçladım ve inleyerek ağlamama engel olan o gururu yıktım.
Yağmur sonrası mis gibi kokan o aşığımı bana getiren rüzgar ?
Parmaklarımı son kez onun baş harflerinde gezdirdim ve sendeleyerek doğruldum.
Acı. Saf acıydı o. Hayaleti tenimde kol geziyor, teninin sıcaklığı dudaklarımda tadını sunuyordu. Saçları parmaklarımda dolaşırken. Kalbi göğsümde çarpıyordu.

Siyah atkımı boynuma sardığımda gözlerimi ovuşturarak nefes nefese akan yaşlardan önümü göremiyordum. Dudaklarım çarpıldı, bedenim titreme nöbetleri ile kendinden geçiyordu. Ellerimi saçlarıma geçirdim.
Ne olur.. Özledim . Kokusunu dahi özledim.
Tanrı bunu bize layık görmüştü! Aşkımın hayaleti.
Kısacık ömrümün en güzel anları. Sevgilim.
Paltomun cebine ellerimi attığımda bedenim kaskatı kesildi. Dudaklarım titriyor, mideme sancılar giriyordu.Ah... Bebeğim.
Parmaklarımın arasında kayan plastiği tanıdığımda boğazımdan anlamsı kelimeler döküldü.
Çöküşümdü bu benim. Emziği avcuma aldığımda bedenim beni taşımayı reddetti ve dizlerim çimenlerle buluştu.
Boğuk bir feryâd ile tüm alanı sessizliğinden mahrum ettim. Ağaçlardan uçuşan kargalar ve uzun kavak ağaçları. Adını tesbih çeker gibi art arda bağırarak kendime söyledim. Ellerimi yerden kalkmak için destekledim ve sendeleyerek kaçışıma hazırlandım.
Ölümlü aşkların son evinden. Onun mezarından... Kalbime sığmayan ve aç gözlü toprağın aşkımı çaldığı ve hapsettiği yerden. Londra Katolik Mezarlığından.
Aşkım. Eşim, ruhum. Geriye kalan tek şey, senin ruhun ve benim ruhumun eseri bebeğimiz. Soğuk hava ciğerlerime dolarken hıçkırıklarıma engel olamıyordum.
Ellerim boynumu sardı ve çaresizce ölmeyi diledim.


Helena

Soluğumun kesilmesi ile gözlerimi açtım. Yalnız değildim. Gelmişti, ayak seslerini duyduğumda ona doğru adım attım. Tir tir titreyen bedenime güvenmiyordum. Gerçekçiydi, kanım damarlarımda müthiş yavaşlıkta dolaşırken ona doğru ilerledim.
" Sevgilim ? Neyin var ?"
Nefes nefese elinde iki mağaza poşeti olan Henry'ye koştum.
Elindekileri ona doğru ilerlememle yere bıraktı ve alnı tek bir kırışık ile çatıldı.
Tanrı aşkına, odanın ortasında öylece duruyordu. Beni terk etmemişti, mezarlığın soğuk ayazı tenimi lanetlerken, sevdiğim adamın sıcak tenine temas ettiğimde herşey normale döndü.
Buradaydı ve gitmemişti.
"Meleğim? Ne oldu?"
Sesimi derinlerde bir yerlerde bulamıyorken, Henry'nin gözlerimi arayan gözleri sorarcasına merakla parıldıyordu.
"K-kâbus."
Yüzündeki gülümsemeyi ışık saçarcasına genişletti ve o yakışıklı kıvrımları daha da çekici hale geldi. Ah tanrım.. Gülen Henry. Ne kadar nadir bir durum.
Dudaklarımı çenesine yasladığımda elleri ellerimi buldu ve kenetledi. Sanki ölmeyecek beni bırakmayacak gibi.
" Bebeğimiz doğduktan s-sonra ölmüştün."
Bakışları dondu ve kaşları aniden çatıldı. Ölüm.
" Sadece kâbustu, geçti. Sana yaşadığımı kanıtlamak isterim eğer rüyanın etkisinden çıkamadıysan."
Ne ? Seks mi ? Ah. Teşekkürler.
Elleri ellerimi bıraktı ve belimin en ince kıvrımına yerleştirdi. Başparmakları elmacık kemiklerimde dolaşırken gözlerimi minnetle kapattım.
Dudakları dudaklarımı bulduğunda, gırtlağından alçak sesli bir homurtu yükseldi. Elleri kaburgalarımda gezinirken, dudakları aralandı ve onu içeri davet ettim. Sıcak teni, üşüyen bedenimi sardı ve dokunduğu heryer alev alacak gibiydi.
Dilimle alt dudağını gezdim ve onun parfüm kokusu eşliğinde kendimi bana kıyasla uzun ve iri bedenine yasladım. Ellerinden birisi kalçama inerken bir diğeri de saçlarımda yumruk olmuştu. Dudaklarından ayrıldığımda keskin soluma sesleri ile nefesi dudaklarımı ve yüzümü yalıyordu adeta.
" Henry.."
"Geçti bebeğim.. Sadece kabustu o."
" Çok gerçekti.. Sen. Senin eksikliğin. Ah tanrım."
Dudakları alnıma dayandı ve ıslak bir öpücük bıraktı gözlerini kapadığında, düzensizleşen soluğunu kontrol etmeye çalışıyor, bedeni arzu ile titriyordu.
" Restorandaki randevumuza geç kalmak istemem."

---------------------------------------------------------------------


:) Yine merhaba. Evet karıştı. Çünkü bölüm kesitlerini olmadık yerlerden veriyorum. O yüzden bu ne ya demenizi normal karşılıyorum.
Bu arada eğer gerçekten hikâyenin artık sıktığını düşünüyorsanız eğer söylemelisiniz. Ben sizlerden dolayı devam ediyorum. İkinci kitabı bile düşünmeye başlamıştım.
Ancak Ateş adlı hikâyem daha çok, tecrübesizliğimi attığım bir hikaye. Bu hikâyeyw göre daha fazla oturmuş gelebilir size. Tavsiye ederim. Ne de olsa bu ilk göz ağrısı :) teşekkürler.

Bir diğer çalışmam Ateş

http://wattpad.com/story/7503968?utm_content=share_reading&utm_source=ios&utm_medium=link

Yelda

Tehlikeli Sınırlar (Askıya Alındı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin