3. Bölüm | ''Film galası''

2.1K 62 3
                                    

Dizimin üstünden biraz fazla yukarı çıkıp duran, siyah eteği çekiştirip ustaca ilerlemeye çalıştım. Üstüme kahve köpüğü renginde bir kazak giymiştim, New York kadar serin olmamasına rağmen, üşümemi engelliyordu. Bir an sonra omzumda hissettiğim elle refleksle arkama döndüm. ''Ah, merhaba Ashley,'' diyerek gülümsedim. Sarı saçlarını maşayla kıvırmıştı ve üstüne mor bir tulum giymişti. ''Merhaba, çok güzel görünüyorsun,'' deyip koluma girdi. Bu samimiyetini iyi karşılamaya çalışarak ayak uydurmaya devam ettim. 

''Teşekkür ederim. Sende öylesin.'' Kıkırdadı ve birlikte rastgele ilerlemeye başladık. 

''Pennysylvania'ya hoş geldiniz, güzellerim,'' dedi birisi ardımızdan. Hızla arkamızı dönüp Jakey'e karşı birlikte güldük. ''Ortamı nasıl buldunuz?''

''Burası harika,'' dedim hayranlığımı belirtmek için. Burası New York'a göre daha çok kasaba gibiydi ama çok sıcak bir ortamı vardı. 

''Konuklar kısa zamanda burada olacak. Çok heyecanlıyım,'' dedi Jakey. Jake, filmin yönetmeniydi ama çok samimiydi ve fazla kuralcı bir kişiliği yoktu. Onunla uzun süredir tanışıyordum ve esprili bir sohbetimiz vardı. Jake, gülümseyerek uzaklaştığında kısa süre sonra tekrar sesi duyulmuştu. ''Oh, adamım!'' dedi neşeyle. ''Hoş geldin, Leo.'' Kaşlarımı çattım ve omzumun üstünden arkama döndüm. Ash, çoktan arkasını dönmüş ve gözlerini kocaman açarak Leonardo Dicaprio'ya bakmaya başlamıştı bile. Ashley, işinde yeni olduğu için bu sıralar ünlü kişileri gördükçe nefesinin kesilmesine engel olamıyordu. Onun haline bakıp güldüm ve Leo'ya doğru kendimden emince ilerledim. ''Hoş geldin,'' dedim nazikçe elimi uzatarak. ''Dakota Collins.'' 

Leo, gözlerini kısarak güldü. ''Bunu herkes biliyor, Dakki.'' 

İsmimi 'Dakki' olarak kısaltmasına sevimlice gülümsedim ve tekrar Ashley'e döndüm. Ash, adamı yiyecekmiş gibi bakmaya devam ettiği için dirseğimle onu dürtükledim. Kendine geldi ve elini uzattı. ''Ashley. Ashley Benson.'' Leo, uzattığı elini tuttu ve gülümsemesine karşılık verdi. ''Tanıştığıma memnun oldum.'' 

Kısa sürede Leo'nun ardından birçok konuk Pennysylvania'da kiraladığımız stüdyoyu doldurmuştu. Bir bar tezgahı hazırlanmıştı ve çeşitli kokteyller ile içkiler garsonlar tarafından davet ediliyordu. 

''Bu film üzerinde fazla çalıştık,'' dedim bir yandan meyveli kokteylimi yudumlarken. 

''Eminim harikadır,'' diyerek bana katıldı Carey Mulligan. Eşi Marcus Mumford, tam yanındaydı. İkisi birbirine çok yakışan, sevimli bir çift gibi görünüyordu. Yavaş bir müzik eşliğinde galaya devam ederken, bir an sonra konuklar yavaşça yerlerini almaya başlamıştı. Büyük stüdyonun bir kısmı, perde ve şık koltuklarla doldurulmuştu. Konuklar, koltuklara yerleşirken heyecanla dudağımı ısırdım. 

Minik ikram tamamen sona erdiğinde bende koltuğuma geçtim ve sırtımı yasladım.

Film sona erdiğinde, alkış eşliğinde herkes ayaklanmıştı. Bu çok güzel bir histi. Tekrar bar karşısına geçtim ve kendime bir içki aldım. Burada birçok arkadaşım vardı ama aynı zamanda içlerinde henüz tanışmadığım ünlüler ve aileler de vardı. Jake, galaya eşi ve kızını da getirmişti. Kızı Lillith'le ilgilenmeyi çok seviyordum. Aslında kız çocuklarına karşı bir antipatim vardı ama bu kız çocuğu beni kendine çekiyordu. Kahverengi lüleleri ve iri yeşil gözleri olan, beş yaşında bir kızdı. ''Yine çok güzelsin, Dakota,'' dedi sevimlilik ve utangaçlıkla. 

''Sen daha güzelsin, Lily,'' deyip yanağını öptüm. Kıkırdadı ve yanağını minik avucunun içiyle sildi. Kaşlarımı çattım. ''Ah, benden iğreniyorsun yani, öyle mi?'' Üzgünce alt dudağımı aşağı sarkıttım. Bu yüz ifademe güldü. ''Üzülme, tamam. Bir daha öpebilirsin!'' 

The Love Is Between Us Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin