İki günün ardından, yerimde debelenerek uyandığımda yaptığım ilk şey, dirseğimden destek alarak başucumdaki dijital saate bakmak oldu. Of, neden her zaman bomboş geçecek bir güne bu kadar erken uyanmak zorundaydım ki? Üstelik uyandığım zaman kolay kolay da tekrar uykuya dalamıyordum. Gözlerimi dijital saatin ekranında ki '07:26' göstergesinden ayırıp yatakta doğruldum.
Üstüme basit bir tişört ve penye şort geçirip mutfağa girdiğimde, yemek yapmak için hiç enerjim olmadığını fark ettim ve ev telefonunu alıp kendime tatlı sipariş ettim.
Tezgahın çevresindeki taburelerden birine geçtim ve telefonumu çıkarıp bir Minion Rush koşusu daha yaptım. Bir an sonra kapının zilini duymuş ve telefonu tezgaha bırakıp mutfaktan ayrılmıştım. Kapıyı açıp siparişimi aldım ve parasını ödedim. Kendime Fransız usulü elmalı tart söylemiştim, sanırım bunu aklıma Harry sokmuştu. Tatlıyı dilimlere ayırdım ve bir parçasını tabağa koyup tekrar tezgahın çevresindeki yerimi aldım. Tatlımı yerken tezgahın üstündeki telefonum titremeye başlamıştı. Ah, dün gece yorgunlukla yatağa girdiğimden sabah birisi aradığında uykumun bölünmesini istemediğim için sessize almıştım. Arama Ashley'den geliyordu, onaylayıp kulağıma götürdüm.
''Merhaba, Ash.'' En son ödül töreninde, film çekimlerinde olduğundan daha çok sohbet etme şansı yakalamıştık ve sanırım onunla biraz kaynaşmıştım.
''Günaydın, Dakota. Nasılsın?'' dedi neşeli bir tonda.
''Günaydın. İyiyim, sen nasılsın?'' deyip elmalı tarttan bir dilim aldım.
''İyiyim, canım. Troian'lardayım, seni çağırmamı istediler. Gelmek ister misin?'' Öyle sıkılmıştım ki Ashley'nin bu teklifiyle yüzüme istemsizce bir gülümseme yayıldı.
''Harika olur.''
''Pekala, adresi mesaj atarım. Görüşürüz.'' Telefon görüşmesini bitirdikten sonra Ashley adresini mesaj attı ve bende tartı geriye kalanları saklamak için buzdolabına tıkıp kendimi odama attım. Üstüme beyaz, bel kısmı dar bir tişört ve altıma da kot şort geçirip, havanın soğukluğuna uygun olarak bordo bir hırka giydim. Son olarak kulaklarıma küpe ve bileğime bileklik takıp telefonumu alarak dairemden dışarı çıktım. Neyse ki kar eskisi gibi yağmıyordu, bu yüzden kısa sürede Ashley'nin söylediği adrese geldim. Küçük taşlarla kaplı, iki katlı, modern bir evdi. Beni kapıda karşıladılar ve içeri geçtik. Salonun ortasında bir sehpa vardı ve hepsi çevresinde oturuyordu, bende yanlarına çömeldim. Kısa sürede bir konu açıldı ve konuşmaya başladık. ''Dizi çekimleri nasıl gidiyor?'' diye sordum ortaya merakla.
''Çok güzel ilerliyor, bayağı tutuldu,'' diyerek bana döndü Troian. Bir yandan McDonalds'dan sipariş ettiğimiz kavunlu milkshake'lerimizi yudumluyorduk. Bir kız sohbeti içinde bulunmayalı gerçekten fazla olmuştu. Telefonumun çalmasıyla kızlara özür dileyerek oturduğum yerden kalktım ve mutfağa doğru ilerlemeye başladım. ''Efendim, Zayn?'' Gerçekten artık dayanamayacaktım.
''Neden mesajlarıma cevap vermiyorsun, Dakota?''
Ah, size anlatmadım sanırım. Öyleyse hadi geçmişe dönelim.
MTV Ödül Töreni One Direction'dan sonra birkaç ünlüyü daha sahneye alıp kapanışa geçmişti ve ben tören boyunca sadece kızların yanında durmuştum. Bunu yapmamalıydı, gözlerimin içine bakıp anlamlı bir şarkı söylemek de neyin nesiydi öyle? Bir romantik komedi falan mı çekiyorduk tanrı aşkına? Anlayacağınız bu nedenle tören kapanışından sonra Zayn'i bulup onu bir kenara çekmiştim. Kaşlarımı çatarak konuştum. ''Amacın ne, Zayn?''
Zayn, bir an için öylece bana baktı ve sonra o da benim gibi kaşlarını çattı. ''Neyden bahsediyorsun?''
Alayla güldüm. ''Sahiden mi?'' Sahiden mi, Zayn? Ne yaptığının farkında değil misin gerçekten?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Love Is Between Us
FanfictionBir aktris. Filmleri gişede kuyruk oluşturuyor, sıkça imza törenine gidiyor, milyonlarca hayranı var. Bir gazeteci onu görüyor ve soruyor: ''Bize aşkı tanımlar mısınız, Bayan Collins?'' Gülümseyerek gazeteciye dönüyor ve cevaplıyor. ''Aşk, sadece...