24. Bölüm | ''Paris''

1.2K 49 6
                                    

Tipik bir yeni sezon bölümüdür. :D Umarım beğenirsiniz.

İyi okumalar

Beş günlük Maldivler tatilini, Harry ile güneşlenip, açık büfeden hiç yemediğim kadar yemek yiyerek ve biraz da alışveriş yaparak geçirmiştim. Çikolata tenli olana kadar-pekala, o kadar da olduğum söylenemezdi- çok deniz, kum ve güneş üçlüsüyle birlikte olmuştum ve bu kesinlikle kaslarımı rahatlatmıştı, öyle ki şu halüsinasyon problemimi de kısa sürede atlatıvermiştim.

Londra'da bozduğum yemek düzenimi bu tatil içinde sağlıklı beslenerek eski dengesine kavuşturmuştum. Eğer bunu yapmasaydım, muhtemelen çocuklar beni Tombul Dakota olarak çağırmaya başlayacaklardı.

Tekrar Londra'ya döndüğümüzde, hava normale göre ılık olmasına rağmen bana buz gibi gelmişti. Kesinlikle Asyalıları, yemeklerini ve Maldivler'i özleyecektim.

İçinden sadece ihtiyacım olan basit şeyleri çıkardığım bavulumu tekrar düzeltirken, bu sefer rotamızı çoktan biliyordum. Tatilin bitmesiyle tekrar film seti koşuşturmasına başlamıştık, dolayısıyla bu gün setimiz vardı. Ancak filmin son sahneleri, tıpkı önceki projem The Big Criminal'da olduğu gibi Paris'te çekilecekti.

Filmin büyük bir kısmı montajla birlikte tamamen halledilmişti. Saf, aptal ve aşık olan Dakota, aşka kendini tamamen kapatmış genç çocuk Zayn ile bu sahnede yine yakınlaşacaktı. Pekala, ben provalara gidip çalışmaktansa, kendimi evime kapayıp repliklere dalan biriydim. Bu yüzden kendi başıma hazırlanmıştım ve neredeyse çocukların repliklerini bile incelemiştim. Filmin nasıl olacağını aklımda kolayca canlandırabiliyordum, her ne kadar Zayn ile rollerimizin bağı fazla yakın olsa bile bu film gerçekten güzel ilerliyordu çünkü biliyorsunuz, ben pekte romantik film kızı değildim. Normalde bile seyretmeyeceğim bir türdü ve şimdi öyle bir filmde rol alıyordum. Kendi kendime gülüverdim. Aklımı kaçırmış olmalıydım.

Bunu yeni anladın demek diyerek kıkırdadı iç sesim. Ne zamandır yoktu ve şimdi yine beni deli etmek için gelmiş olmalıydı.

Ona cevap vermek yerine hiçbir şey yokmuş gibi bavulumu sürükleyerek merdivenlerden aşağı indim. Londra'ya iki gün önce gelmiş olmamıza rağmen salona her inişimde Maldivler'in o ferah okyanus kokusunu beklemeyi ummam kesinlikle fazla umutsuzcaydı. İç çekerek bavulu kapının önüne bırakıp mutfağa doğru yürüdüm. ''Tren ne zaman istasyona varacakmış?'' Louis'nin sesini işitmemle ona doğru döndüm. Ah, yine anlatmayı unuttum. Çocukların ısrarıyla Fransa'ya özel jet yerine Waterloo Tren İstasyonundan direkt Paris'in göbeğine gitmeyi kararlaştırdık. Bu yüzden gidişimiz üç buçuk saat sürecekti, ayrıca trenin çok hızlı gittiğinden ve bunun gibi bir şeylerden daha söz edilmişti. Bu benim ülkeler arası ilk tren yolculuğum olacaktı ve gerçekten meraklıydım. Ben genellikle her zaman uçakla seyahat ediyordum -ve kesinlikle bu tür şeyler bana sorulmadan hallediliyordu-, bu yüzden beni garipsemeyi bırakın.

''Galiba bir buçuk saat sonra,'' diyerek araya girdi Niall. Harry'nin önüme koyduğu meyveli ve çikolata soslu waffle'a büyük bir açlıkla bakarken, bu sefer daha nazik olmaya çalışarak yemeye başladım.

''Bu çılgınca olacak, çocuklar,'' diyerek sırıttı Harry. ''Ah, yine birkaç saat bizimle birlikte olacaksın, Dakota. Merak etme, bu sefer seni korkutmamaya özen göstereceğim.''

Ona gözlerimi kısarak kötü bir bakış atmaya çalıştım, ama bana tek kaşını kaldırıp şapşal bir ifadeyle bakan bir Harry'e gülmemek kesinlikle olağanüstülük gerektirirdi herhalde. Dayanamayıp güldüğümde yüzüne gamzelerini derinleştiren büyük bir gülümseme koydu ve kendi kendine ''Etkileyici yüz hatlarım..'' diye söylenerek başını iki yana salladı.

The Love Is Between Us Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin