Birkaç film seti, meşhur '1 Nisan şakaları' ve Zakota'nın medya dışında bittiğini itiraf eden TalkShow'un ardından nihayet haziran ayına girmiştik. Tüm bu süreç o kadar yoğun geçmişti ki ve benim kafam o kadar 'Zakota medya dışında bitti' olmuştu ki bir an için kendimi dış dünyadan soyutladığıma bile emindim. Neyse ki, yönetim denen şey o kadar gaddar değildi ve bize bir tatil ayarladıklarını söylüyorlardı. O karlı ve soğuk havanın yerini ılık bir yaz havası aldığı için her gün göbeği açık bir tişört ve tayt ikilisiyle dolaşıyordum ve bu da yaz mevsiminin favorim olmasının birinci sebebi oluyordu, ayrıca ilk defa bu kadar erken kalkmama rağmen en neşeli ruh halimle gezinmemin de tek sebebiydi.
Bavulumu kapatabildiğimde çevremde hızla döndüm ve yatağın üstüne bıraktığım üstünde palmiye ağacı desenleri olan, beyaz, karnı açık tişörtü üstüme geçirip ardından açık mavi şortu da altıma giydim. Odadan ayrılmadan önce etrafta kalan önemli bir şey var mı diye odaya hızlı bir göz attım ve bavulu sürükleyerek odadan çıktım. Doğruyu söylemek gerekirse, nereye gideceğimizi kesinlikle bilmiyordum ve bunu havaalanında öğreneceğimiz söylenmişti, yani kısaca bir sürpriz yapmaya çalışmışlardı ama deniz, kum ve güneşin birlikte olduğu her yerin bana güzel geleceğine emindim.
Aşağıya indiğimde çocukların bavullarını toplayan bir Luke ile karşılaştım. Çocuklara döndüğümde onlara hafifçe gülümsedim. Harry yanıma geldi ve saçlarımın arasındaki renkli tutamı parmağına doladı. ''Buna kesinlikle alışamadım,'' diyerek sırıttı. ''Ama sana Hawaii bir hava katmış. Üstündekini beğendim.'' Göz kırptı. Ona güldüm ve saçlarını karıştırdım. ''Gururumu okşadın, tatlım.'' Çocuklara baktığımda üç kişi olduklarını gördüm ama bunu umursamadım. Evden ayrıldık ve Luke eşliğinde yaptığımız kısa seyahatten sonra nihayet havaalanına vardık. Bavullarımız ve etrafımızı saran güvenlikler eşliğinde havaalanında ilerlemeye devam ederken hızlıca koridora giriş yaptık. Karnım o kadar açtı ki, havaalanında biraz vakit geçirememek beni gerçekten üzmüştü çünkü bugün mideme attığım tek şey dışarıdan sipariş ettiğim muzlu diyet kekti ve kesinlikle doyurucu falan değildi.
Özel jete girdiğimde etrafta yiyecek bir şeyler arama peşindeydim. Sonunda kafama dank etti ve Niall'a döndüm. ''Sökül bakalım,'' diyerek tek kaşımı havaya kaldırdım. Önce ne dediğimi kavrayamamış gibi kaşlarını çattı ve başını olumsuzca iki yana salladı. ''Cesedimi çiğnemen lazım, Dakota! Onları yolculuk boyunca atıştırmak için aldım ve her birini özel olarak seçtim!''
Alayla güldüm. ''Hah, atıştırmalıkmış! Ver şunlardan birazcık!'' elimi çantasına doğru uzattığımda elime vurarak benden uzaklaştı. ''Bir kıza vurulmaz, seni sersem! Ne kadar da kabasın böyle!'' Onunla tanıştığım gün ona yaptığım keklerden veren ben, karşılığını böyle mi alıyordu yani? ''Pis cimri,'' diyerek kafamı çevirdim. Niall hafifçe kıkırdadı, ona dönüp dil çıkardım. Çantasının fermuarını açıp içinden saklama kutusunu çıkardı ama ilgilenmiyormuş gibi önüme döndüm. Sonunda önüme iki dilim küçük pizzalardan bıraktı. ''İstemiyorum Niall, alabilirsin,'' diyerek mırın kırın ettim. Niall omuz silkti ve tam elini uzatacaktı ki, eline vurarak ona karşılık verdim. ''Çek ellerini pizzalarımdan!'' Bu yaptığıma kahkaha patlattı ve ben de minik pizzalardan tekini alıp ağzıma tıktım. O kadar açtım ki, kibarlığın canı cehennemeydi. Bir an önümdeki son pizzaya bakacaktım ki, bakışlarım Zayn'in bakışlarıyla buluştu. Ben kabalık kavramını en iyi şekilde ifade eden bir tavırla ağzımdakini çiğnerken o tepkisiz bir şekilde bana bakmaya devam etti ve sonra önüne döndü. Zorlukla pizzayı yuttum ve kafamı iki yana sallayarak diğer pizzayı elime aldım. ''Aptal Dakota, azıcık nazik olsan ne olur sanki?'' diye mırıldanarak pizzadan küçük bir dilim aldım.
Şey, bu arada size söylemeyi unuttum öyle değil mi? Çünkü ben midemdeki boşluğu düşünmekten başka bir şey yapamaz haldeydim ve yine kendimi soyutlamıştım, bu nedenle de sevinmeyi gerçekten unutmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Love Is Between Us
FanfictionBir aktris. Filmleri gişede kuyruk oluşturuyor, sıkça imza törenine gidiyor, milyonlarca hayranı var. Bir gazeteci onu görüyor ve soruyor: ''Bize aşkı tanımlar mısınız, Bayan Collins?'' Gülümseyerek gazeteciye dönüyor ve cevaplıyor. ''Aşk, sadece...