34. Bölüm | ''Ceza''

595 35 5
                                    

Kaykay dersinin iptal edilişinden sonra, Zayn ile birlikte bu kaykay şeyine bir kez daha cesaret etmiştim ve bu sefer düşen ben değil, o olmuştu. Şey, yani sanırım benim yüzümdendi ama her şekilde düşen ben değildim. Birlikte uzun bir sahil turu yapmıştık, denizin köpüklü suyu ayaklarımızın üzerinden kuma doğru ilerlemişti ve bu mükemmeldi. Onunla uzunca sohbet etmiştim ve bu daha öncekiler gibi değildi. Sanırım daha... içtendi. 

Öte yandan, uzun bir süreden sonra vücudumda ilk defa bu kadar büyük bir heyecan dalgası oluşuyordu ve bunun sebebi, tahmin edebileceğiniz gibi bavullarımızla birlikte havaalanına giriş yapıyor oluşumuzdu. One Direction yönetiminin ayarladığı özel jetin bulunduğu piste doğru Paul tarafından götürülürken azarlayıcı birkaç söz için beklemedeydim ancak Paul'un ettiği tek söz, birkaç dakika önce zahmet etmiş olduğu kuru bir 'günaydın'dan başka bir şey değildi. Bu tepkisiz haline bakılırsa, bizi büyük bir şey bekliyordu anlaşılan. 

Londra'yı özlememiştim ancak çocukların saçma gevezeliklerini özlediğime emindim. Zayn'e karşı nasıl davranacağımı kestiremiyordum, sadece aptalca bir şey yapmak istemiyordum. Ne olduğumuzu bilmiyordum ve bu konuda fazla acemiydim. California'daki son birkaç saatimizi öyle dolu dolu geçirmiştik ki, bunu düşündükçe kendimi havaalanındaki tuvalete kilitleyesim geliyordu. Zayn haklıydı, ihtiyacımız olan tek şey sahiden de herkesten uzak üç gündü. 

Elim stresle boynumda asılı olan kolyeye gitti ve hemen sonra aşağı indi. Özel jete giriş yaparken, Zayn tanıdık hostese nazik bir selam verdi. ''Hoş geldiniz, Bay Malik ve Bayan Collins,'' diyerek gülümsedi hostes Michelle. Ona gülümseyerek içeri ilerlediğimde, Zayn bir koltuğa oturduktan sonra bana doğru döndü. Sanırım beni yanına çağırıyordu, ya da öyle bir şey. Emin değildim. Derin bir nefes alarak, Zayn'in bakışlarına karşılık verdim ve yanına geçmek için adım atmaya başladım. 

***

Uçuş oldukça normal geçmişti, herhangi tuhaf bir sohbet ya da alkol yoktu. Londra'ya doğru uçarken yaptığım tek şey gözlerimi kapatmak ve uyumaya çalışmaktı. Bunun ilk yarım saati -ya da belki daha fazlası-, Zayn hakkında düşünmekle geçmişti ve sonunda, sanırım uyuyakalabilmiştim. 

Ceza ya da yönetimin üyelerinden -ki ben Paul'dan yanayım- herhangi bir patlama söz konusu değildi, henüz. Ve ne zaman olacağı hakkında tetikteydim. 

Çocukların Londra'daki büyük evlerine giriş yaparken ilk gördüğüm kişi, güvenlik Vincent olmuştu. Tıpkı bıraktığım gibi, büyük bahçenin girişindeki ofiste oturuyor ve yanlış görmediysem donut yiyordu. 

''İyi şanslar, gençler,'' diyerek mırıldandı Paul arabadan ayrılmadan hemen önce. Ne dediğini ya da ne ima ettiğini anlamasamda, başımı belli belirsiz sallamakla yetindim. Şoför Luke, bavullarımızı arabadan indirdiğinde, kendi bavulumun kayışını kavradım ve büyük eve doğru sürüklemeye başladım. Neyseki yorgun hissetmiyordum, eğer uçuşum çocuklarla geçmiş olsaydı muhtemelen bir köşede can verecekmiş gibi hissederdim. 

Zayn de bu eve geri döndüğüne göre -yani, öyle görünüyordu-, Perrie hakkında söyledikleri doğru olmalıydı. Pekala, bunun hakkında yeterince düşünmüştüm ve artık bunu kesmeliydim. 

Çocukların kulak tırmalayıcı çığlıklarıyla karşılanmayı beklemiyordum doğrusu. Harry, beni beklemeden kolları arasına alıp sallamaya başladı. ''Dakota!'' diye bağırdı kulağımın dibinde. ''Tanrım, seni özledim!'' Beni sallamaya devam ederken, kıkırdayıverdim. Hepsi bıraktığım kadar aptaldı, ama bu sevimli bir aptallıktı. 

''Pekala, pekala,'' diye konuşmaya çalıştım zorlukla. ''Biraz daha sıkarsan sanırım özlediğin bir Dakota olmayacak.'' 

Harry de beni boğduğunu fark etmiş olacak ki, kollarını serbest bırakarak beni kendinden uzaklaştırdı. ''Ah,'' güldü. ''Üzgünüm bebeğim, sadece seni çok özlemişim.'' Onun tanıdık flörtöz sözlerine gözlerimi devirmekle yetinip çocuklara sarıldım. 

The Love Is Between Us Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin