1-*

8.2K 387 122
                                    



Ağırlığımı sağ bacağımdan soluma verirken karşımdaki yeşil örtülü sedyede yatan yüzü çillerle kaplı, kahverengi saçlı ergeni süzüyordum. Bana hayalet görmüş gibi bakmasına umursamadan arkamdaki masadan hasta dosyasını alıp iki adımda yanına vardım. Yorgunluktan göz kapaklarım düşmek üzereydi. Ne kadar süredir ayaktaydım? On dokuz saat? Yoksa yirmi mi? Bıkkınlığımı ve yorgunluğumu içime atıp çocuğun karşısında dikildim. Gözleri beni izliyordu. Buna şaşırmamıştım. Biraz sonra olacakları ve canının çok acıyıp acımayacağını merak ediyordu.

Yüzümde dolaşan kahverengi gözlerine aldırmadan elimdeki siyah deri dosyayı açıp çocuğun bilgilerini incelemeye başladım. Adı Michael idi. Şimdiye kadar bu isme dair biriktirdiğim tüm olumsuzlukları bırakarak dosyada yazan diğer bilgilerine göz gezdirdim. Hastaneye gelme nedeni, klasik bir ergen vakasıydı. On altısındaki bu çocuk babasının, tahminimce bebeğim diye sevdiği, Mustang'i ile kaza yapmıştı. Dosyadaki polis kayıtından ulaştığım arabanın markasına bu kadar takılmamım elbette bir nedeni vardı. Kazanın hasarı tamı tamamına on bin dolardı! Fal taşı gibi açılmasına engel olamadığım ela gözlerim yazan rakamın üzerindeydi. Arabanın nasıl bir araba olduğunu ve bu küçük ergenin benim altı aylık maaşıma denk gelen bu hasara nasıl yol açtığını merak etmeden duramamıştım. Üstelik sadece bacağı kırılmıştı! Bu ergenler gerçekten baş belasıydı.

Geriye kalan tüm kayıtları normal olan çocuğa kaydırdım bakışlarımı. Ela gözlerimin onu birazdan öldürecekmiş gibi baktığını biliyordum. Ama bir dakika, neredeyse yirmi saattir ayaktaydım. Uykusuzluk tüm hücrelerimi teker teker ele geçiriyordu. Üstelik kana susamıştım. Ve karşımda lezzetli olmasa da bir insan duruyordu. Tadına bakmamıştım, ama koku duyum yorgunluktan körelse de O rh (+) kanının lezzetli olmadığını bana bildiriyordu. Elimdeki dosyayı sedyenin yanındaki klasik metal hastane dolabının üzerine bırakıp elimi gözleriyle adeta beni kemiren çocuğun bileğine koydum. Atar damardan akan kanı hissetmek hoşuma gidiyordu.

"O lanet olası dişlerini bileğime geçirmeyi düşünmüyorsun değil mi atıkçı?"

"Boynunu tercih ederim." dedim bana ukala bir şekilde atıkçı demesinin verdiği sinirle. Yüzünün bir anda gerildiğini görünce şu an normal olan dişlerimi göstermekten alıkoyamadım kendimi.

"Seni beğenmedim. Başka bir atıkçı yok mu?"

"İstersen Dracula'yı çağırayım? Eğer canının çok yanmasını istemiyorsan çeneni kapamalısın küçük adam."

Çocuk gergince yerinde kımıldayınca yavaşça üzerine eğildim. Bir hastayla böyle konuşmamız yasaktı. Bu konuşmalar duyulsa kendimi kapının önünde bulacağımı da biliyordum. Ama böylesine berbat geçen bir günün ardından kendime engel olamamıştım işte. Kendimi sakinleştirmeye çalışıp damağımı kaşıyan dişlerimin çıkmasına izin verdim. Taze de olsam ben bir vampirdim ve böylesine sınırlar için de yaşamak yeterince sinirlerimi bozuyordu. Atalarım bu halimizi görse eminim yaslarından ölürdü. Gerçi bizi bu hale sürükleyen atalarımızdan birinin ihanetiydi ya neyse.

Dişlerimi yavaşça çocuğun bileğine geçirdim. Atardamara dokunmamız yasaktı. Ölümcül bir darbe olabilirdi. Ama kanın en yoğun olduğu bu bölgenin kenarından içilen kan zorlanmama neden oluyordu. Ağzımın içini kaplayan kan başta bana keyif verse de çok geçmeden aldığım tatla kendimi geri çektim. Bu çocuk tam bir ergendi. Kanı bile berbattı. Sinirle biraz önce bıraktığım dosyayı aldım ve hastane gömleğimin cebinden tükenmez kalemimi çıkardım. Sessizce dosyaya kanda algıladığım basit bira ve ot malzemelerini yazarken kusmamak için zor duruyordum. Yorgunluktan koku duyumun bu kadar zayıflaması beni şaşırtmıştı. Kanın tadının kötü olduğunu algılamıştım evet ama içindeki maddeleri duyumsayamamam garipti. Normal şartlarda koku duyum bir atıkçıdan ziyade avcılar gibi keskindi.

KIRIK TOPUK ANLAŞMASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin