Merhaba canlar :) Normal koşullarda haftada bir bölüm yayınlamaya çalışıyorum ancak geçen hafta ne yazık ki zihnimi toplayıp yazamadım, kusura bakmayın. Desteklerinizi esirgemezseniz sevinirim. Kendinize iyi bakın, keyifli okumalar. ^^
Karşımdaki adamın yüzünde öyle bir ifade vardı ki sanki dünyanın yükünü taşıyordu. Çektiği acı ve zorluk gözlerinden duvarlara çarpıyor, tüm o beyaz duvarları karanlığın rengine boyayıp gözlerime değiyordu. Yutkundum. Ben sadece olanları sindirmekte zorlanıyordum. O ise abisinin kanından elde edilen içkiden yapılan tabloya bakıyordu. Bunun nasıl zor bir durum olduğunu düşünmeye çalıştım. Sydney'in kanından içki elde edilecekti ve bu içkiden bir tablo yapılacaktı. Bunu yapana yapacaklarımın sınırı olmazdı. Ellerini kollarını kırar, dişlerimi geçirmediğim yer bırakmazdım. Keven'ın şimdi yaptığı gibi, öfke içimi kemirirken sakin kalmaya çalışarak oturamazdım.
Sadece şehrin ışıklarının aydınlattığı odada Keven sırtını cama dönmüş oturuyordu. Önünde kandan elde edilen içki ve tablo vardı. Bu görüntüsü korkutucuydu. Buna rağmen onun yanında olmam gerektiğini hissederek karşısına oturmuştum. Gözlerini tablodan ayırmıyordu. Zaten kapalı olan hava çoktan kendini gecenin kollarına teslim etmişti.
Yağan yağmur sadece şehri değil sanki Keven'ın da kalbini ıslatıyordu. Acı çektiğini gördükçe acı çekiyordum. Ağlamıyordu. Ağlamayacak kadar güçlü bir yapısı vardı ya da en azından ben o yanını görüyordum. Ama bu içinde yayılan fırtınanın sularının üzerime sıçradığı gerçeğini değiştirmiyordu.
"Gidiyoruz."
Keskin bir şekilde dudaklarından dökülen harfleri idrak edemeden o çoktan ayaklanmış ve odasına yönelmişti. Saniyeler sonra elinde deri bir ceketle döndü ve tekrar gözden kayboldu. O gelmeden hızlıca ayaklandım. Eski haline döndüğü an laf sokmaya hazır hale geliyordu çünkü ve ben acısından sıyrılıp eski haline döndüğünü hissediyordum. Tek farkla; artık öfkesini belli ediyordu.
"Sarımsaklar kanın kokusunu bastırır demiştin, şarap olsa dahi içindeki kanın kokusunu bastırır mı?"
Keven elinde bir bağ sarımsakla geri gelmişti. Onaylarcasına gülümsedim. Bunun üzerine de yüzünde buruk bir gülümseme yerleşti. Kaşlarını kaldırıp koltuğun üzerine bıraktığı deri ceketi aldı. Sarımsakları orta sehpanın üzerine bırakırken ceketini giyeceğini sanmıştım. O ise gelip ceketi omuzlarıma bıraktı. Ceketin içinde duran saçlarımı da narince dışarı çıkardı. Elleri tenime değmedi ama ruhuma dokunduğunu hissettim. Garip bir histi.
Sırtım cama dönüktü, ışık sadece onun yüzüne vuruyordu. Mum ışığı gibi dolanmıştı gözlerine lanetli kalabalığın üzerini örten ışığın izleri. Bu halini gördüğüm her an onu daha da tanımak istiyordum. O gözlerine dolanan ışıkları yok edip oraya ben yerleşmek istiyordum. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Neyse ki yüzümü göremiyordu şu karanlıkta.
"Nereye gideceğiz."
Düşüncelerim saniyeler içinde zihnimi terk ederken o da geri çekildi ve yerdeki şarabı aldı. Cevap vermek yerine sarımsakları da alıp dış kapıya yöneldi. Kötü polis geri gelmişti. Bıkkınlıkla nefesimi verip kollarımı ceketin içine soktum. Adımlarımı peşinden sürükleyerek asansöre ilerledim. Bana kalsa merdivenleri kullanırdım elbette ancak şurada yirmi üç kattan bahsediyorduk. Bir vampir dahi olsam o merdivenler gözümü kesmiyordu. Pelte gibi olmak istemezdim neticede. Benim de canım candı.
Asansör sessiz bir şekilde ilerlerken Keven'a baktım. Mavi gömleğinin üzerine bir şey almamıştı. Bu havada kendini böyle dışarı bırakmak da iyi cesaretti. Gerçi aklının başka yerlerde olduğu aşikardı ancak biraz da kendine dikkat etmesi gerekirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIK TOPUK ANLAŞMASI
FantasíaVampir #7 / 25.12.2017 Prens, ayakkabıyı kızın ayağına geçirdiğinde aradığı kızı bulduğu için sevinmişti. Ancak bu sevinç ne yazık ki uzun sürmedi. Ayakkabının topuğu kırılmıştı! Prens dişlerini sıkıp mırıldandı. "Bu kız uğursuz!" * Ben uğursuz deği...