Gözlerimi araladığımda burnuma dolan koku, bana mutluluk nedir diye sorsalar tarif edeceğim şeydi. Baharatlı bir kan kokusu, ona eşlik eden ve midemde üst üste alarmların çalmasına neden olan krep kokusu. Elbette, hemen yanı başımdaki komedinin üzerinde duran resimden gelen pastel boya kokusunu da unutmamalıydım.
Kokular bana huzur verirken, göz kapaklarımı aralamamak için direndim ancak sonunda onlara yenilerek önce sağ gözümü sonra da sol gözümü açtım. Küçücük yatakta yanıma sıkışan Keven'a baktım. Delilikte sınır tanımamasına şaşırmamıştım. Aslında pek delilik denilmezdi ancak daha aileme bir açıklama yapmamışken, sabahın bir vakti odama gelip beni iteleyerek yanıma yatması da pek mantıklı değildi. Açıkçası ona hak vermiyor da değildim. Yaşadığımız o olaylardan sonra yanından bir saniye bile ayrılmak istemiyorum.
Yataktan kalkıp alt kata inmek istesem de Keven'ın hala uyuduğunu gördüğüm için olduğum yerde öylece kalmaya karar verdim. Yüzünü seyretmek güzel bir şeymiş gibi gözükse de başımı çevirdiğim an, başım onu başına çarpacaktı. Yatağın küçük olduğunu demiştim. Bu yüzden gözlerimi yeniden kapatıp dinlenmeye karar verdim.
Bir hafta önce depodan çıkmak için Keven'ın bildiği, kan dolu rafların arkasında duran kapıdan çıkmıştık. Dışarıda duran iki adam şaşırmama neden olsa da, zamanında Keven'ın onları oraya yerleştirdiğini öğrenmiştim. Doğrudan ormana açılan bu kapı sayesinde nihayetinde kendimizi emin ellerde bulmuştuk.
Ne olduğunu anlayamayan adamlar başta şaşırsa, hatta belki de biraz şoka girse de sonrasında kendilerine gelmişler ve Keven'ın emirlerini yerine getirmişlerdi. Öncelikle şatoya, bir casus sızdırılmış ve kimlerin orada olduğunu öğrenmiştik.
Christian, gerçek bir pislikti. İçeride, bize yardım ettiğini sandığım adamların esasında Victoria'nın adamları olduğunu öğrenmiştim. Elbette bunu yaptıran da Christian'dı. Sağlam bir küfrü ona armağan ettikten sonra Keven'ın gerçekten kimlere güvendiğini de öğrenmiştim.
Aslında Mike'ın dediğinden bir şeyler anlamalıydım. Ancak o anda nasıl bir ruh halindeysem, Keven'ı ve Lola'yı kurtarmaktan başka bir şey düşünemiyordum ve karşıma çıkan ilk yılana sıkı sıkı sarılmıştım. Keşke o küçük detaya dikkat etsem diye hayıflansam da olan olmuştu ve en azından ölmüştü.
Bu durumdan da pek hoşnut olduğumu da söyleyemezdim. Birisini öldürmek isteyeceğim en son şeylerden biriydi. Ama birilerinin hayatta kalması için birilerinin ölmesi gerekiyorsa yapılacak bir şey de yoktu. Bunu da bana öğreten Keven olmuştu. Yoksa öldürdüğüm kişi, ölümü hakkeden biri olsa dahi vicdan azabından kendime gelemeyebilirdim. Lütfen, o kadar da kötü biri değildim.
Keven'ın güvendiği kimseleri öğrenmek de pek kolay olmamıştı. Güvendiği kimseler öylesine sıradandı ki aklımın ucundan dahi geçmezdi. Depodan çıktığımızda karşılaştığımız güvenliklerden birinin telefonunu alan Keven doğrudan, çalıştığım hastaneyi aramıştı. Daha önce muhatap olmadığım ve dahi hoşlanmadığım güvenlik avcılarından biriyle konuştuktan sonra işler bir anda hızlanmıştı. Daha ne olduğunu anlayamadan avcılar yavaş yavaş şatoya gelmeye başlamıştı. Bu esnada da Keven ile kapının önüne çökmüştük. İkimizin de hareket edecek hali yoktu.
Keven, böyle bir şeyle karşılaşmayı beklemediğini ve bunun için üzgün olduğunu söylerken onu susturmuştum. Bu durumdan onu sorumlu tutacak değildim. Başından beri karmaşanın içindeydik, çözdüğümüzü sandığımız anda işlerin daha da karışması bizim sorunumuz değildi. Yani, elbette bizim sorunumuzdu ancak bu sorunu oluşturan biz değildik. Bu sorunu oluşturan Keven değildi. Onu suçlayamazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIK TOPUK ANLAŞMASI
FantasyVampir #7 / 25.12.2017 Prens, ayakkabıyı kızın ayağına geçirdiğinde aradığı kızı bulduğu için sevinmişti. Ancak bu sevinç ne yazık ki uzun sürmedi. Ayakkabının topuğu kırılmıştı! Prens dişlerini sıkıp mırıldandı. "Bu kız uğursuz!" * Ben uğursuz deği...