"Kristal kan."
Yeryüzü ile buluşan kelimelerim odada garip bir yankı oluşturmuştu. Lola'nın şaşkın nidası önce kulaklarıma dolsa da saniyeler sonra nidanın yerini kahkahalar almıştı. Keven'ın sesi gelmiyordu ama güldüğünü hissediyordum.
Güldüğünü hissediyor olmak içimdeki düğümleri çözüyordu. Damarlarımı aşarak bedenimi kaplayan soğuk kanın ısınmasına neden oluyordu. Güneş olmaya ant içmiş kaslarıma ise bir serinlik sunuyordu. Ona kızamıyordum ve kırgınlığım da azalmak üzereydi. Ne yapmak istediğini anlamış olmak acımı dindiriyordu. Ama ne yazık ki bu bana ihanet ettiği gerçeğini değiştirmiyordu.
Yeniden gelen derin nefes ihtiyacı ile bedenimin yerinden havalandığını hissettim. Bu defa aldığım nefesler öncekine nazaran daha az acı veriyordu. Oksijenin serinliği kanın serinliği ile buluşuyor, içimde buzulların kanını akıtıyordu.
"K-"
Ağzımdan çıkan tek bir harf bile yeniden derin bir nefes almama neden olmuştu. Kelime kelime konuşacak gibiydim. Hala kendime gelmemiştim. Ölmeyecektim. Beklediğim olmamıştı. Kendimi ölümün soğuk ama cezbedici kollarına çoktan hazırlamıştım. O uçurumun kenarında çıplak ayaklarım ve ruhumla dolaşmıştım. Ama beklediğim şey beni bulmamıştı.
Yaşadığım anlar gözlerimin önünde, acılar ise bedenimde canlanırken zamanın geçmesini bekledim. Nefsim kesilmişti. Aldığım son derin nefesten sonra artık oksijen damarlarıma dolmuyordu. Ya da ben hissetmiyordum. İyi olacaktım ama önce biraz daha ölümün kollarında dolaşmalıydım.
On üç saniye.
Aralarındaki zaman yok. Saniyeler arasında sonsuz saniyeler var. Her bir saniye arasında benliğim kayıp.
Yirmi beş saniye.
Sanki yirmi beş yıl. Ama acı yok, bu da bir şey.
Otuz saniye.
Sesler yeniden kesildi, kokular da. Bedenim bir hiçliğin içinde.
Elli saniye.
Elli nefes.
İçime dolan acı ile dudaklarımdan küçük bir iniltinin dökülmesine engel olamadım. Etrafımda binlerce ses vardı. Uzaklıklarını kestirebiliyordum. Her ne kadar her uğultu sanki yanı başımdaymış gibi hissetsem de çoğu ses yüzlerce metre öteden geliyordu. Kokuları gibi seslerini de ayırt edebiliyordum. Acı veriyordu.
Yanımda ise o mükemmel koku duruyordu. Baharatlı kan kokusu yine beni cezbetmişti. Ve hayatım boyunca da cezbedecek gibiydi. Göz kapaklarımı iyice birbirine bastırdım. Artık hareket edebileceğimi hissediyordum.
Damarlarımdan vücuduma sızan kan yoktu, kaslarımda dolaşan güneş de. Acının varlığını inkar edemezdim, ancak şu anda hissettiğim acı içinde ölümcül diyemezdim. Daha beterini yaşamıştım.
Duyduğum seslerden uzaklaşmak istercesine başımı iki yana salladım. Damağıma yapışan dilimi dudaklarımda gezdirdikten sonra yavaşça gözlerimi araladım. Gün ışığı gözlerime dolmuştu. Acı ile inlerken elimi kaldırmaya çalıştım. Karıncalanma hissine aldırmadan kaldırdığım elimi gözlerime siper edip gün ışığının içime işlemesini engelledim.
Ahşap hakimiyetindeki bir odadaydım. Karşımda geniş, üzerinde gül oymaları olan bir kapı duruyordu. Onun sağ yanında ise odadaki diğer şeyler gibi ahşap bir çerçeve ile çevrelenmiş eski ayna duruyordu. Aynanın üzerindeki kurumuş kan lekesi dikkatimi çekerken doğrulmaya çalıştım. Ancak sırtıma adeta bir bıçak gibi saplanan acı beni olduğum yere mıhlamıştı. Dudaklarımın arasından saçma bir hakareti gönderdiğim sırada aynadaki yansıma dikkatimi çekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIK TOPUK ANLAŞMASI
FantasyVampir #7 / 25.12.2017 Prens, ayakkabıyı kızın ayağına geçirdiğinde aradığı kızı bulduğu için sevinmişti. Ancak bu sevinç ne yazık ki uzun sürmedi. Ayakkabının topuğu kırılmıştı! Prens dişlerini sıkıp mırıldandı. "Bu kız uğursuz!" * Ben uğursuz deği...