Bundan size bahsetmemiştim değil mi? Yani ayakkabımın orada kaldığından? Elbette bahsetmemiştim, çünkü zihnim o kısmı unutmak istiyordu ve bu yüzden o kısmı yok gibi düşünüyordum. Ama nedense zihnimin unutmak istediği şeyler her daim başıma bela açıyordu. Şimdi olduğu gibi.
Oturduğum, kuş tüyü diye tabir edilen şeyden olduğunu düşündüğüm gri koltuğa gömülmemek için kendimi zor tutuyordum. Bay B rh negatif beni mesai çıkışına kadar beklemiş sonrasında da buraya, yirmi beş katlı lüks bir rezidansın yirmi üçüncü katına, getirmişti. Soğuk, beyaz duvarlar arasında kalan rezidans gibi lüks mobilyalar içinde oturuyordum. Bakışlarım, manzarası malikane olan dairenin duvarı kaplayan camın önündeki kırmızı güldeydi. En sevdiğim çiçeğin bu adamın evinde olması beni şaşırtmıştı. Şu an güle odaklanmış olmam saçmaydı. Neden burada olduğumu bilmiyordum. Sağ olsun beyefendi ağzını hiç açmamıştı. Sadece beni buraya getirmiş sonrasında da kendini girişteki gri kapılı odalardan birine atmıştı. Hiçbir soruma cevap vermemesi sinirlerimi bozmuştu. Yani kabul ediyorum, beni biraz delirtmişti.
Bakışlarımı duyduğum adım sesleriyle arkama çevirdim. Sabahki lacivert takım elbisesini çıkarmış üzerine rahat bir şeyler giymişti. Karşımdaki görüntünün beni rahatlatması gerekirken iyice gerilmiştim. Adam siyah tişörtünün içinde daha ürkütücü gözüküyordu. Mavi gözleri daha koyuydu. Dağınık saçları sert yüz hatlarıyla uyum içerisindeydi. Korkutucuydu.
Bir anlık dalgınlığımla ürperip oturduğum üçlü koltuğun karşısında duran kırmızı tekli koltuğa döndüm. Beyaz-gri ikilemindeki bu odaya sadece kırmızı eşlik ediyordu. Sağ duvarı kaplayan gri kitaplığın arasındaki kırmızı garip biblolar, yine gri zemin üzerindeki beyaz halının kenarlarındaki hafif kırmızı detaylar –ki o detaylar bana kanı andırıyordu- ve önümde duran cam sehpanın üzerindeki kapağı kırmızı dergi çekmişti dikkatimi. Tamam, dergi bir tesadüf olabilirdi ama o da kırmızıydı değil mi? Tıpkı camın önünde duran gül gibi. Oturduğum şu oda en az Bay B rh negatifin yüz hatları kadar keskin, mavi gözleri kadar ürkütücüydü.
"Seninle bir anlaşma yapacağız küçük vampir." derken karşımdaki kırmızı koltuğa kurulmuş, bacak bacak üstüne atmıştı. Ürpererek yutkunduğum sırada sesindeki alayı ancak kavrayabilmiştim. İçimden kendime telkinlerde bulunuyordum. Ben ne ara bu kadar korkak olmuştum. Kendine gel kızım. O bir insan. Basit bir insan.
"A-ha. Demek konuşma yetinizi kaybetmemişsiniz. Ne kadar güzel."
Sesimin imalı çıkmasına özen göstermiştim. Lütfen ama, yol boyunca adamın başının etini yemiştim ve onun yaptığı tek şey susmak olmuştu. Beni de dinlememişti elbette. Kulaklığını kulağına geçirmiş, siyah Porsche'siyle –evet siyah bir Porsche (!)- kendini yola vermişti.
"Sivri dilli sivri diş. Beni dinleyecek misin?"
Homurdanarak oturduğum yerde kımıldandım. Ah, bu koltuk fazla rahattı. Dün gece gözümü kırpmamıştım, tüm gün çalışmıştım ve şimdi daha önce hiç oturmadığım kadar rahat bir koltukta oturuyordum. Kendimi bu koltuğa bırakıp saatlerce uyumamak için zor tutuyordum. Zira koltuk beni içine çekiyordu.
"Pekala, dökül hadi."
Sert sesim ve umursamaz tavrım karşısında bana bembeyaz dişleriyle karşılık verdi. Bu adam bu kadar yakışıklı olmak zorunda mıydı? Hayır, hayır, hayır! Şu an tehlikedesin iç sesim. Kapa çeneni.
"Bir anlaşma yapacağız seninle. Bu anlaşmayla sen bana yardım edeceksin, ben de senin çaldığın kanı kimseye söylemeyeceğim. Eh, çeneni tutman için de biraz para vereceğim tabi." dedi kitaplığın altındaki kapalı bölümü göstererek. Demek yakalanmamıştı ve kan oradaydı. Olay gittikçe ilginçleşiyordu. Yaşadıklarımız aklıma geldiğinde ne isteyebileceğini fark ettim ve zihnimde dolaştığını sandığım sözcükler dilimden döküldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIK TOPUK ANLAŞMASI
FantasyVampir #7 / 25.12.2017 Prens, ayakkabıyı kızın ayağına geçirdiğinde aradığı kızı bulduğu için sevinmişti. Ancak bu sevinç ne yazık ki uzun sürmedi. Ayakkabının topuğu kırılmıştı! Prens dişlerini sıkıp mırıldandı. "Bu kız uğursuz!" * Ben uğursuz deği...