İKİNCİ SEZON | ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: FALEZDE Kİ YIKIM

2.2K 170 66
                                    

Endişeli olmak; insanı esir edip eylemlerimizi geleceğin çukurlarına gömebilirdi. Bu yüzden insanın hayatındaki kayıpları endişenin dalından gelirdi. Olgunlaştıkça büyüyen duygular, bizi var eden geçmişimizden filizlenirdi ve bir dal filizlenirken başka bir dal kuruyabilirdi. Bu yüzden genç iken yaşadığımız endişenin miktarı ne kadar büyükse yaşlandığımızdaki özgüven, bir okyanusun dibini boylayabilirdi.

Bir satranç tahtasındaki kaleden başkası değildim. Oyun oynanıyor, taşlar ileri sürülüyor, şah korunuyor lakin kimse köşedeki kaleyi umursamıyordu. Kale; satrançtaki unutulan fakat hatıra geldiğinde düşmana sonun yakın olduğunu hissettirebilen tek taştı.

Yüzümüzü kameralara göstermek; harika hissettirmişti. Ama her duygunun bir gölgesi vardı. Onun ayaklarından başlayarak takip eden gölgesi... Sonuçlarına hazırlıklıydım. Fakat hazırlıklı olmak; yeterli olmayabilirdi.

Sağ elim ile başımı dik tutarken oturduğum sandalye de hafifçe kıpırdandım. Fakat yüzümde yer alan endişenin çizgilerini gizlemeye yetmiyordu. Karşımda oturan Beray'a bakıyor ve onun parmaklarını kenetlediği pozisyonundan ayrılmasını bekliyordum. Sanki yaşanacak bir hareket ile kibrit bir kıvılcım çıkartarak yanacaktı. Meyra alışkanlıklarından birini yerine getiriyordu. Endişeli olduğunda, dudaklarını ısırıyor ve sürekli dudaklarını birbirine bastırıyordu. Tansu önündeki buharı olmayan kahvesine bakıyordu. Çınay ise dirseklerini masaya dayamış ve avuçlarının arasına yüzüne almış ve mavi gözleri ile yüzlerimizi inceliyordu. Onları tanıdığım süre boyunca, onlarla asla bir sessizliği paylaşmamış ve düşüncelerimizi dile getirmeksizin oturmamıştık. Çınay'ın arkasındaki duvarda Kurt Kozası'nın sembolüne odaklanırken, zihnime sızan korkuyu hissediyordum. Kurdu tutan ellere odaklandıkça zihnimin içindeki düşünceler şaha kalkıyor ve ardından masanın üzerindeki telefonu düşünmemek için elimden geleni yapıyordum.

Dudağımı dişlerim arasına alırken omuzlarımı sarsacak derin bir nefes aldım. Bu hareketim ile hepsi oturduğu sandalye de dikleşmiş ve benden bir kelime duymayı ister gibiydiler. Fakat durumu kurtaramayacağımı biliyordum. Bu yüzden bakışlarımı masanın yüzeyine indirdim.

"Artık başka hayatların yolcularıyız değil mi?" diye sordu Çınay. Bu sessizliği bölmesi hakkında ne kadar memnunsam o kadar da kendimi kötü hissediyordum.

"Artık bir hayatımızın olmadığını düşünüyorum." Diye konuştu Tansu, kahve bardağını avuçları arasına almış ve bu cümleyi söylerken gözlerini bir saniye dahi bardaktan ayırmamıştı. Meyra yutkunurken elini ensesine götürüp kaşıdı. Bir şey söyleyecekmiş gibi oldu fakat Çınay, Tansu'nun cümlesine karşılık verdi.

"Devletin arkamızda olduğunun farkındasın değil mi?" diye sordu, Tansu'nun cümlesinden korkmuşa benziyordu. Tansu sert mizacının arkasına sığınmış ve gözlerini Çınay'a çevirmişti.

"Devlet, senin o belgeleri çaldığından haberi olduğunda ne olacak peki?" diye konuştu. Beray konuya girecekmiş gibi görünse de onların diyaloglarını kesmeye kalkışmadı. Çınay ürkmüş bir şekilde sandalyenin sırt kısmına yaslanırken aklından geçenleri söyleyecek gibi görünüyordu. Fakat Tansu kendi sorusuna cevap vermek için alaylı bir şekilde başka bir soru daha yöneltti.

"Bizi ödüllendireceklerini mi düşünüyorsun Çınay? Madalyon falan takacaklarını mı sanıyorsun? Yoksa plaket mi verirler? Ah, ben söyleyeyim. Sonumuz cehennem ateşi." Dediğinde kaşları çatılmış ve alnında oluşan çizgileri sergilemişti. Çınay sola doğru yatık başını sağa doğru eğdi ve alaycı bir şekilde cevapladı:

"Babanın parası ile kaçmayı mı düşünüyorsun Tansu?" diye sordu ve ardından ekledi. "Doğru düzgün bir kere bile akşam yemeği yemediğin babanın parası ile." Diye konuştuğunda Tansu'nun masanın üzerindeki elleri yumruk haline geldi.

KURT KOZASI-MAVİ SAÇLI KIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin