Zaman, kendi üzerinde çentiklere sahip bir varoluştur. Fakat akrep ve yelkovan bu çentiklerin dışında kalmayı başarmıştır. Akrep namaglûptur; yelkovan ise savaşçının izcisi.
Ciğerlerinizi boğazınızda hissedeceğiniz kadar koşmak, kalp atışlarınızı kulaklarınızda duyacak kadar korkmak. Yabancı bedenler arasından sıyrılmak, bulanıklaşmış yüzler. Göğe uzanan yüksek binaların üstüme kapanması. Bu duyguların arasında yaşadığım gençliğin kanı.
Kulağıma dolan yüklemsiz cümlelerin kaybolan sesi. "Bu mağaza..."
"Hayır!"
"Güzel de-"
"Yeni oyu-"
"BAK!"
"Pisi pis-"
Çarptığım bedenler arasında dönen başlar: "Dikkat ets-"
"Hey!"
"Savcının davası-"
"-orsanın yükselişi hi-"
Neden böylesine sakindi? Bir patlama olmamış mıydı? Yoksa Abrarm'ın halkı alışık mıydı böyle şeylere. Bazı binaların patlatılarak enkaza döndüğünü biliyordum. Yoksa onlardan biri miydi? Gökyüzünde biriken tozun anlamı bu muydu yoksa?
Görmeden bilemezdik. Bazı olguların arasına sıkışmış bir gerçeklik mevcuttu. Görmeden inanmazdık. Kulaklarımın duyduğu ses keskinleşti. Bir ambulansın o bilindik sesi büyüyordu. Ayak tabanlarımda gücün olmadığına emindim. İşte şu köşeyi döndük mü, gerçeklik gözler önüne açıkça serilecekti. Ve üç çift ayak sesi o köşeyi döndü, nefeslerimiz kesildi. Sedyeler, sedyelerin üzerinde bedenler. Yutkunma sesi. Ağır adımlar ve çevresi sarı bir bantla çevrilmiş döküntü bir bina. Dizlerimi kavrayan avuç içlerim, midemdeki baskı. Olması mümkün müydü? Etrafı boşaltmaya çalışan polis memurları ve o bilindik köşeyi dönenen narkotik.
Tansu'nun ileriye doğru giden adımlarını engelleyen Meyra aramızdaki sessizliğe son veren ilk kişiydi: "Hayır. Olmaz." Demişti. Sarı saçlarını alnındaki birikmiş terlere yapışmış, dudakları susuzluktan kurumuş ve tişörtünün askısı omzundan aşağı sıyrılmıştı. Başını salladı Tansu, at kuyruğu olan tutam hafifçe sallandı. Gözyaşlarını görebiliyordum. Yanağında bir iz bırakarak çenesine değin bir yol izlemişti. "Meyra."dedi buruk bir sesle. Meyra'nın elleri Tansu'nun kollarını kavramış ve onun ileri adım atmasını engelliyordu. Fakat bunu sanki kendi için yapıyor gibiydi. Arkasında kalan tüm bu olaylardan kaçmak ister bir hali var gibiydi.
"Beray ve Çınay."dedi Tansu onda bu ses tonu asla duymamıştım. Sanki benim hissettiklerimi de sırtlanmış benim acılarımı da sırtına yüklenmiş gibiydi ve öylesine acı veren bir sesle telaffuz etmişti adlarını.
Ben korkuyordum. Vatan haini olarak bilinmekten çok onları kaybetmekten korkuyordum. Ailemi beni hain olduğumu bilmesinden çok onların ölümünü duymaktan korkuyordum. Hiçbir şeyden korkmadığım kadar korkuyordum. Meyra elinin tersi ile gözlerindeki yaşı sildi.
"Ah, hadi ama onlar bizim çocuklarımız." Diye konuştu, cümlelerini kendini inandırmak istercesine. Sesinin kırıldığını fark etse bile aldırış etmedi. Söylediklerine inanmayı çoktan seçmişti kendine. Gözlerim o sarı şeritlere tekrar döndü. Savcı incelemelerini bitirmiş olmalı ki, ölü bedenlerin kaldırılmasını istemişti. Zaten orada yaralı kimse de kalmamıştı. O anda anladım. Yaralılar götürülmüş olmalıydı. Fakat hala buradaki sessizliği anlayamıyordum. Neden bir haber spikeri yoktu hala? Neden halkında küçük bir endişe yoktu?
Gözlerime birikmiş tüm o gözyaşlarını sildim. Aklımı başıma almalıydım. Burada ters giden bir şeyler olduğu aşikârdı. Savcının üzerine gözlerimi sabitledim. Genç bir adamdı. Kaya Erez ile hemen hemen aynı boyda olduğunu söylemek yanlış olmazdı. Hatta onun gibi ciddiydi. Ellerini cebine sokmuş ve sahasını tüm dikkatle inceler gibi hali vardı. Alnında toplanmış o alın çizgilerinde çözemediği bir şey olduğunu çoktan algılamıştım. Kimdi bu savcı? Tansu'nun omzuna tutarak camları tuzla buz olmuş bir dükkânın içerisine çekiştirmiştim. Bir dövmeci olduğunu idrak ederken hızlı bir şekilde ve en net ses tonumla konuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURT KOZASI-MAVİ SAÇLI KIZ
Action"Zihinlerinizin içine kurulan, dolambaçlı yolların içinde kaybolarak gözlerine örtülmüş kumaş parçasını kabullenen ve duydukları ile adımlarını yönetmeye çalışan insanlar! Işığı göremediniz, renkleri bilemediniz. Dünyanız karanlık, grinin tonları i...