4.Bölüm:

23.6K 272 6
                                    

Havaalanına vaktinde geldim ama kendisi ortalıkta görünmüyordu. Nasıl olur da her defasında geç kalabiliyordu. Bencil değil olmayıp kendini bencil ve umarsız biri gibi göstermeyi başarabiliyordu. Justin Parker, benim hayatımda tanıdığım ve gördüğüm en sinir bozucu insan olmayı bazen de olsa başarabiliyordu. Çantamdan telefonumu çıkartıp saati kontrol ettim. Erken gelmedim, vaktinde geldim ve o hala görünmemişti kapıda.

12 yaşlarında olduklarını tahmin ettiğim iki kız kapıda belirdi, kırmızı halıda yürüyorlarmış gibi bir görünüm vererek etraftaki insanlara gülümseyerek baktılar ardından birbirlerine döndü iki kız, kısa bir süre ağızlarını açık bırakarak birbirlerine şaşkınlıkla baktılar, ne yapmaya çalıştıklarını görmek için merakla beklerken bir an da çığlık basarak yerlerinde zıpladılar. Arkalarında duran orta yaşlı kadın, iki küçük kızı otoriter bir tavırla uyardı. İki kız, arkalarındaki kadına baktılar kısa bir süre, ardından tekrar çığlığı basarak zıplamaya başladılar. Kadın, başını olumsuz anlamda iki yana sallayarak yürümeye başlarken kızlar yerlerinde durdular ve sakin bir takınarak kadını takip ettiler. Kadın, yerinde durmayan iki kızı arabaya bindirirken onları izledim. Kızlar kıkırdayıp arabaya binerken kadın bir kez daha onları uyardı. Araba hareket edene kadar onları izledim.

"Biz daha çok eğleniyorduk."

Başımı çevirip sesin geldiği tarafa baktım.

"Anımsamakta zorlanıyorum o günleri."

Dudağının kenarını kıvırıp gülümsedi. İçten gülümseyişi tüm yüzüne yansırken öne atıldı, kollarını havaya kaldırdı. Sır verir gibi başını öne eğdi.

"Anımsamakta zorlanarak çok şey kaybediyorsun. O günler bir daha yaşanmayacak." dedi.

Havada kalan kollarını etrafıma sararak beni kucakladı. Kucaklamasına karşılık verip kollarımı etrafına sardım. Onu özlemiştim ve bunu yeni fark etmiştim. Gerçekten hayatımın büyük bir kısmını kapladığını her defasında bana hissettiriyordu. Sinir bozucu hislerimi gün yüzüne çıkaran, beni sinirlendiren, beni kıran... bana tüm ilklerimi yaşattıran isimdi. Sinir bozucu kişiliği olan bu çocuk genç yaşına rağmen her şeyi biliyordu, iyi veya kötü her şeyi biliyordu. Kollarımı gevşetip geri çekildim. Başını kaldırıp bana bakarken başka bir tarafa bakıyor gibi yaparak başımı çevirdim.

Ağzı aralık bana bakıp gülümserken bakışlarını görmemezlikten geldim.

"Bütün gün burada durup beni görmemezlikten gelmeyeceksin değil mi?"

Kaşlarımı çattım, kızgınlığım yüzüme yansıttım. Alaycı ses tonuyla, "Seni görmemek ne mümkün, varlığını hissettirirsin her açıdan. Sesin, bakışların ve sinir bozucu kişiliğini göstermekten asla sıkılmazsın." dedim. Ağzımdan çıkan kelimeleri bastırarak söyledim. Derimin altında hissedebiliyordum, ona duyduğum kızgınlığı. Beynim onu anımsadıkça vücudum tepki veriyordu.

Yüzündeki ifade değişmemişti, tepki gösterecek bir harekette bulunmadı veya kendini savunmak için bir girişimde bulunmadı. Vücudumu saran kızgınlık, onun rahatlığı yüzünden daha çok gerilmeye başladı. Ona duyduğum kızgınlığı saç uçlarıma kadar hissetmeye başlarken dişlerimi sıktım.

"Seni seviyorum, bana şuan da nefret ile bakman bunu değiştirmeyecektir. Artık çocuk değiliz bunu çözüme kavuşturabiliriz, geçmişteki o çocukça ki kızgınlığını unutabilirsin."

Ağzından çıkan kelimeleri idrak edemediğini kabul etmek isterdim ama bu mümkün değildi, Justin'i Justin yapan çenesi, durmak nedir bilmeyen, asla yapmam dediğim şeyleri bana yaptıran ikna edici bir çenesi vardı.

"Çocukça mı?" diye haykırdım. "Çocukça mı? Justin Parker hayatında yaptığın en kötü savunmayı şuan da gerçekleştirdiğini bilmelisin."

Arkamı hızla döndüm. Birkaç adım sonrası koluma kavrayarak beni durdurdu.

"Lütfen, böylece gidemezsin." diye fısıldadı. Savunmasızca bana baktı, göz kapaklarını yarıya düşerken dudağını üst kısmını kıvırdı. "Seni göremiyorum zaten, yılın bir gününde seni görme şansım oluyor, artık bunu bir çözüme kavuşturma zamanı gelmedi mi? Bak neden onu yaptığımı bilmiyorum, bir an her şey oldu işte... Dakikalar içinde yaşadığım bir saçmalık, seni kaybederek bunu ödemem sence büyük bir ceza değil mi? Olivia, ben... ben Justin, birbirimizi bırakmayacağımıza dair kendisine söz verdiğin çocuk."

Kısa bir süre öylece durup ona baktım. Dünya durmuş gibiydi ve ben yeni şeyler görmüş gibi tepki veriyordum. Kolumu çektim kendime doğru.

"Hayır, sen o çocuk değilsin. Büyüdükçe seni tanımamaya başladım, arkana gizlediğin kişiliğin gün yüzüne çıkıyor ve ben o sakladığın çocuktan hoşlanmıyorum. "

Konuşmaya çalışmaya yeltendiğinde onu durdurdum. "Artık biz diye bir şey olamaz, ben buradayım, sen de oradasın. Yeni düzenime seni dahil edemem veya eski düzenime senin için geri dönemem."

Kapıdan içeriye girmem ile derin bir nefes vermem bir oldu. Çantamdan telefonu aldım. Beynimdeki kelimeleri bir araya dakikalar sonra getirdim, parmaklarımı harekete geçirip Harry'e mesaj yazdım.

Mesaj: "Eğer bir programın yoksa akşam görüşebiliriz."

Hızlı adımlarla üst kata çıkıp banyoya girdim. Sıcak su vücudumu rahatlatıp, gevşetirken gözlerimi kapattım. Uzun bir süre kıpırdamadan öylece sıcak suyun atıp vücudumdaki tüm gerginliği almasına izin verdim. Suyu kapatıp duştan çıktım. Tenime yapışan ıslak saçlarımı geriye attım. Parmak uçlarında yürüyerek lavabonun altındaki dolaptan bir havlu alıp etrafıma sardım. Kurutma makinesini dolaptan alıp pişe taktım. Kurutma makinesinin sesi beynimin içindeymiş gibi başıma ağrı girdi. Fazla gürültülü elektronik eşyalara karşı bir sempatim falan olduğu söylenemezdi, en gereklisi bile gürültü yüzünden bana gereksiz geliyordu. Saçlarımı kurutup sinir bozucu makineyi bırakıp odama girdim.

Harry'den cevap gelip gelmediğini kontrol etmek için telefonu aldım. Mesaj kutusunda 2 mesaj vardı. Açıp kimsen geldiğine baktım, biri Sarah'dan diğeri ise Harry'den gelmişti. Sarah'nın mesajı ilk önce açtım.

Mesaj: "Mezuniyet töreni yaklaştı ama bizim törende giyecek kıyafetimiz hala yok. Acilen alışverişe çıkmamız gerekiyor."

Mezuniyet törenini tamamen unuttum söylenebilirdi. Yorucu bir senenin ardından nihayet mezun olacaktık. Bunu unutmuş olmam ayrı bir dertti. Üstümde bir yük kalkarken o yükün ağırlığına alışan omuzlarım bunun bittiğini bana hissettirmiyordu. Eksilen yük hiç bir zaman omuzlarımdan tamamen kalktığını hissetmezdim.

Sarah'a bir cevap yazdım.

Mesaj: "Sen ne zaman uygun olursan ben sana ayak uydururum."

Mesajı gönderdikten sonra Harry'nin mesajına baktım. Dolabıma yönelip, dolap kapağını açtım. En alt bölmeden elime ilk geçen, pembe tişörtü aldım. Tişörtü yatağın üzerine atarken bir yandan Harry'nin gönderdiği mesaja baktım.

Mesaj: "Bir işim vardı ama iptal edildi mesajını görüldükten sonra. Birkaç dakika içinde kapıda seni bekliyor olacağım."

Kapıda beklemek mi? Evimin adresini ona söylemediğime emindim. Dolaptan bir pantolon aldıktan sonra elimdeki tişört, pantolon ve telefonu yatağa bıraktım. Etrafıma sardığım havlunun ere düşmesine izin verdim. Seri olarak üzerimi giyindim ve banyoya girdim. Aynanın karşısına geçtim, fırçayı aldım, saçlarımın arasından fırçayı geçirip şekillendirdim. Saçlarımın yarıyı fırçanın arasında kalmıştı. Saçlarımı topladım ellerimle, iki parmağımın etrafına sardığım lastiği saçımdan geçirip saçımı at kuyruğu yaptım. Odaya geri döndüm, yatağın üzerine bıraktığım telefonu aldım ve odadan çıktım.

Evin dış kapısını örterken Harry, Noble M15 arabasına yaslanmış bekliyordu. Elini ceplerime koyup bahçe kapısından çıktım. Omuzlarımı geriye attım ona doğru yürürken. Başını önüne eğdi ve omzunun üstünden baktı tebessüm ederek.

"Buluşmak için beni arayacağına emindim desem fazla kendini beğenmiş olur muyum?" dedi. Ardından kahkaha attı. Onu rahatlamış görmek güzeldi.

LabirentHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin