9.Bölüm:

10.9K 148 4
                                    

Korku vücudumu ele geçirdi. Ayaklarım varlığını bir an unuttum. Titreyen ellerim kahve fincanını daha fazla kavramadı, parmaklarımın arsından kaydı bardak. Uzun uzun nefesimi dışarıya verdim, yutkunarak. Başımı geriye atıp omzumun üstünden arkama baktım. Görüş alanıma giren yüzü görmem ile rahat bir nefes vermem bir oldu.

"Ne işin var burada?" sesimdeki kızgınlığı belli ederek.

"Seni görmeye geldim."

Vücudumdaki tüm sinirlerin büyümesi her an mümkündü. Kendimi şartlamak için debelenirken, "Seni görmek en son isteklerim arasında."

Omuz silkti. "Ben kendimi başkalarına göre şartlamıyorum."

"Seni dinlemekten sıkıldım. Biz yollarımızı ayırdık... 3 yıl önce." diye bastırdım.

Vurdum duymaz bir tavırla kafasını salladı. "Bunu hatırlatma ihtiyacı duyma, biliyorum."

"Biliyorsan geride dur."

Bir, iki, üç adım attı.

"Seni seviyorum."

Gözleri koyulaşmıştı. İstemediği, planları doğrultusunda gitmeyen olaylardan sonra bu hale bürünürdü.

"Olivia, neden bu kötülüğü ikimize yapıyorsun? 'Biz' her zaman vardık ve her zaman da 'biz' olacağız."

Gözleri beni delip geçerken onlara baktım, kendimi gördüğüm gözlerinden bakışlarımı ayırmadım.

"Sana olan güvenim sarsıldı, tamir edilemez, geri dönülemez şekilde."

Ağırlaşan hava nefesimi vermemi zorlaştırdı.

"Beni asla affetmeyeceksin değil mi?"

Umutsuzlukla bakan gözlerini kaçırdı. Şimdi rahatsız olan kişi o oldu. Kendine olan güveni, bakışları yok oldu.

"Yaptığın hataları unutabilir misin?"

Boş gözlerle baktı. Bir adım geri atmak istedi, döndü.

"Unutamazsın değil mi? Bende öyle olacağını düşündüm. Kendini benim gözümde görmeni isterdim, sana duyduğum sevgiyi, güveni görmeni gerçekten isterdim. Ama 3 yıl önce baksaydın, kendi kararlarımı hiçbir kendim almadım, sana bıraktım kararlarımı, kendimi. İlk hayalimi bile sen kurdun benim yerime. Hatırlıyorsun değil mi? Sonsuzluğa kucak açan biz olacaktın, sonsuzluk değil."

"Gitmekten nefret ediyorum, sanan arkamı dönmek tarif edilmesi güç bir durum." dedi ve durdu. Kaşlarını havaya kaldırarak düşündü, ağzından çıkacak kelimeleri yuvarlamadan, "Gitmem en iyisi olacaktır." diye fısıldadı.

"Hayır, gitmen en iyisi değil, bir daha dönmeyecek olursan bizim için iyi olacaktır. Lütfen şimdilik biraz kal, evimde sizden... ailemden birini ilk defa görüyorum."

Dudakları kıvrıldı, bir şeyi örtmeye çalışan gözleri ışıltıyla baktı. İyi bir aileden gelen çocuğun farklı bir duruşu vardı, tıpkı benim gibi. Onun oraya, bir beyefendi/hanımefendi gibi kalkılıp oturulan, yapılan bütün hareketlere büyük bir özen gösterilen, takım elbiseler ve ipek elbiselerin giyildiği, dönem filmlerindeki sanatçıların kırmızı halıdaki duruşlarının yansıtıldı yere ait olduğu beni hayrette bırakıyordu. Rahat tavırları, nerede ne söyleyeceğini iyi bilen ve kendini karşısındaki insana ispat ettiren bir kişiliği vardı. İnsanları yanılmaya başaran biri olmuştur, onları yanıltmaktan da büyük bir zevk alır, kendi bildiğinin sayılması için elinden gelenin en iyisini yapardı. Yirmi yaşındaki diğer çocuklar gibi Rock yıldızlarının vazgeçilmez parçası olan deri ceketleri giyerdi, kendine has duruşu ile üzerindeki parçaları diğerlerinden ayırırdı yinede.

Koltuğa oturdu.

"Kahve ister misin?"

Gözleriyle etrafı tararken, "Lütfen." dedi.

Elimden kayan fincanın parçalarını yerden topladım, mutfağa geçtim, fincan kırıklarını çöpe attım. Dolaptan bir temizlik bez aldım ve salona döndüm. Justin gözleriyle etrafı dikkatle inceliyordu. Yere döktüğüm kahveyi sildim. Mutfağa geri döndüm, elimdeki kirli temizlik bezini tezgahın üzerine gelişi güzel attım. Üst dolaptan iki kahve fincanı çıkardım, fincanları tezgaha bıraktım ve kahve makinesini aldım. Kahveyi fincanlara doldurup makineyi yerine yerleştirdim. Fincanları aldım ve salona tekrar geri döndüm.

Elimdeki fincanlardan birini Justin'e uzattım. Parmaklarını fincanın etrafına sararken, "Teşekkür ederim." dedi.

Koltuğa yerleştim. Göz teması kurmamaya özen gösterdim.

"Eve geri döndüğünü düşünmüştüm."

Dudaklarını fincana götürdü. "Bizimkilerde bugün birlikte döneceğimizi sanıyorlar." dedi.

Kahvesinden bir yudum alırken gözlerini bana dikti.

"Alışkanlıkları değişmemiş." dedim sesimdeki hoşnutsuzluğu belli ederek.

"Onları anla, yıllardır ayrıyız artık bu mesafelerin ortadan kalkmasını istiyorlar." durdu ve hemen ardından. "İstiyorum." diye ekledi. "Büyüdük, yakında üniversiteye gideceksin, eve dönüp hayatını etkileyecek olan kararları al."

"Hayatımdaki en önemli kararı 3 yıl önce aldım. Tek başıma."

'Tek başıma' cümlesini o kadar çok vurguladım ki ağzımdan tükürükler çıktı. Kararlarıma o kadar çok karışıyorlardı ki bazen kendi fikrimi söylemeden karar alınmış oluyordu. Beni alakadar eden durumlarda önerilerimi dinlemiyorlardı, onlar ne istiyorlarsa onlara uyardım. Küçük bir çocuğunun barbie bebeğine giydirdiği kıyafetler gibi onlar benim yerime karar verip uyguluyorlardı.

Bu konuda konuşmamı istemediği vücut dilinden anlaşılıyordu, durdun ve sessizce orada durdu. Bir süre konuşmadı, aklındaki düşüncelerinin dudaklarının arasından çıkmaması için kendini zorluyordu. Her şeye verecek bir cevabı olan çocuk sadece sessiz kalmayı tercih etti. Her şeyin suçlusu o değil de bendim sanki. Bakışları bunu anlatıyordu; her şeyin tek suçlusu sensin Olivia.

Zamanın akışı ağırdı, bana New York'tan ayrıldığımdan sonra olanlardan bahsetti. Fazla değişen bir şey yoktu, anlattıklarından anlaşılacağı üzere, oradakiler rutin hayatlarına devam ediyormuş. Babam ev ile iş arasında mekik okuyormuş ki buna hiç şaşırmadım, Dean'in babamdan farkı yokmuş. Sadece Emie yeni kararlar almış, tasarım işini bırakmış onun yerine vaktini kendine daha çok ayırıp sık sık seyahat ediyormuş.

Ellerini dizlerine sürterek ayağa kalktı.

"Beni bakışlarınla yemeden ben iznini alıyım."

Justin salon kapısına yönelirken ayağa kalktım. Arkasından salondan çıktım. Yüzünü bana çevirdi ve gülümsemeye çalıştı.

"Bir sonra ki buluşmamızın ne zaman, nerede olacağına dair hiçbir fikrim yok ama araya açmayalım. Yaptığım saçmalık yüzünden benden... bizden uzaklaşma. Eve dönmeni hepimiz istiyoruz, lütfen dönme işini düşün. Belki üniversite konusunda sana yardımcı da olabilirim, biliyorsun dekanı ikna etmem uzun sürmez, seninle bir görüşme yapmaları konusunda onları ikna ederim."

Kollarımı birbirine kenetleyerek dudağımı ısırdım.

"Bu konuda sana sonsuz derece güveniyorum ama önerini düşünmeyeceğim." dedim.

Rahatsız edici gözleri üzerimde uzun süre durdu. Çok şey söylemek ister gibi bir hali vardı. Ağzını kilit vurmuştu. Söylediklerini ölçerek söylüyordu, bunu konuşmasının gecikmesinden anladım, onun yapacağı bir şey değildi ağır ağır arada nefes alarak konuşmak. Ona göre olan şöyleydi; kendinden emin, kelimeleri ahenk içinde ağzından çıkar, derdini anlatmak için değil karşıdakine söylediklerine inandırmak için konuşurdu.

Elindeki fincanı ses çıkarmamaya gayret ederek dikkatle fincan altına bıraktı. Sırtını dikleştirip boğazını temizledi.

"Sinir hücrelerin işleve geçmeden önce ben kalksam iyi olur."

Ayağa kalktı. Fincanı fincan altına değil de sehpaya bıraktım ve ayağa kalktım.

LabirentHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin