Günün yorgunluğu, üzerime tatlı uykuyu bir yorgan gibi çekiyordu. Göz kapaklarım ağırlaştı, kendimi uykunun kollarına bırakırken telefonun sinir bozucu sesi beni uyandırdı. Açılmakta zorlanan ve açılmamak için benimle umutsuzca savaştılar, gözlerim. Yenilendiğini kabul ederek gözlerim açıldı, kafamı gömdüğüm yastıktan kaldırmadan elimi sehpaya uzatarak telefonu almaya çalıştım, uzun uğraş vermedim telefonum parmaklarımın altında belirdi. Yüzükoyun yattığım koltukta sırt üstü uzandım. Güçsüzleşen iki elimi havada tutarak telefonu görüş alanıma götürdüm. Mesaj kutusundaki mesajı açtım. Uykuya teslim olmak için can atan gözlerim ekranda ki ismi doğru gördüğünden emin olmaya çalışarak göz kapaklarını ardına kadar araladı.
Mesaj. "Kapıyı senin için bir şey bıraktım."
Yattığım koltuktan kalktım uykulu gözlerle. Mesajın gerçek olduğuna dair kendimi inandırmaya çalışırken kapıya yöneldim. Bunun gerçek olabileceğine ihtimal vermeden kapı kolunu kavrayıp kapıyı araladım. Birmingham'ın rüzgarı teması ile ürperdim, kapıyı açtığımda. Gecenin karanlığıyla büyük bir uyum içerisindeki rüzgar ve sessizlik insanı endişelendirirken, etkiliyordu. Kapı girişine konulmuş büyük siyah bir kutu vardı. Kutuyu alıp gecenin yüzüne kapıyı kapattım. Kendime gelmeye başladım, uyku gözlerimi terk etti. Salon geçtim, kutuyu sehpaya bırakıp koltuğa yerleştim. Siyah kutuyu kendime çektim, siyah kuyu ile aynı tondaki siyah kurdeleyi büyük bir özenle açtım. Parmaklarım ile kutunun kenarlarını kavrayıp kapağı açtım. Siyah kutunun içine özenle yerleştirilmiş beyaz elbiseyi kutudan çıkardım. Beyaz uzun elbise, üzerine abartıdan uzak durulmuş ve özenle işlenmiş beyaz kristal taşlar işlenmiş ve ince askıları olan zarif duruyordu. Benim giyebileceğim bir şey değildi bu. Zarafetin ve inceliğin bana ithaf edilmediğine emin olduğum için kendimi bu tarz elbiselerin içerinde bulmazdım. Parmaklarımın arasındaki elbiseyi özenle tekrar kutusuna yerleştirdim.
Telefonu aldım ve düşünmeden onu aradım. Saniyeler içinde cevap verdi. Ağzımda kelimeleri gargara yaparken konuşmaya başladım.
"Teşekkür ederim, buna gerek yoktu Harry."
İhtiyacım vardı ama ondan bunu istemedim ve ondan bu tarz hediyeler almak gibi isteğim yok.
Uzun uzun alıp verdiği nefesini düzenlemek için duraksadığını telefonun diğer ucunda anladım. Bekledim.
"Evet, gerek yoktu ama ilk gördüğümde sen aklıma geldiğin için almak istedim." dedi nefes nefese. "Küçük bir hediye." diye ekledi hemen ardından.
Küçük bir hediye, cümlesi ağzından dökülürken ben çok pahalıyım diye bağıran kutuya baktım.
"Bunu alamam. Bu şey gibi duruyor..." duraksadım. Ağzımdan o kelimelerin çıkmayacağını, o kelimelerin hoş olmadığını çok geç fark ettim.
"Sadece bir hediye Olivia. Kendine, o çirkin yakıştırmayı yapmana değmeyen bir hediye."
Konuşurken nefesi hala düzensiz ve kesik kesikti çıkıyordu.
"Geri verilmesi gereken bir hediye."
"Sahibinde kalması gereken bir hediye. Lütfen, bunu mezuniyet hediyesi olarak kabul et."
Kendime daha fazla mani olamadan aklımdan geçen o soruyu sordum, "Uygun değil misin? Nefessiz kalmışsın gibi de."
"Günlük koşumu yapıyorum."
"Seni daha fazla tutmasam iyi olur."
Cevap vermeden telefonu kapattı. Gök kuşağının tüm renklerini içinde tutan kristal elmaslarla kaplı elbisenin kutusunu kapattım. Gecenin geri kalanında daha fazla ayakta durmadım, yastığımla özleşerek gözlerim kapattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Labirent
FanfictionHayatı kaybetmenin kıyısına yaklaşanlar, onu daha iyi tanırlar. Cover by @BlueHolland