Aklımda bu sözlerin birer yalan olduğuna dair kendimi inandırmak istedim. Bu ilişki başladığı günden beri bu ayrılık zamanını hiç hayal etmemiştim, aklımın ucundan dahi geçmemişti sanki hiçbir zaman olmayacak bir şeymiş gibi geliyordu bana. Gözümde canlandırmadığım ve hiç düşünmediğim o anı şimdi yaşayacaktık, benim yüzümden. Kendimi uçurumun kenarında kararsızca bekleyen ve başı dönen biri gibi hissediyordum. Son dakikalarda olan mucizelere inandırmaya çalışırken kendimi buldum. Bu sefil bir çalışma, bekleyiş ve düşünce olsa bile bunu yaptım. O sözcüklerin bir anlığına gerçek olmadığını düşündüm ama son derece ciddi bir ifadeyle bakarak söylemişti. Bakışlarında umutsuz bir ifade seziliyordu. Onun korkunç ifadesinden benim bakışlarımın farksız olmadığını daha da kötü olduğuna emindim. Çaresizlikle etrafta boş ifadeyle gezinen gözlerimi ondan kaçırdım. Vücudum hızla kan pompaladığı için yerimde sabit durmakta zorlanıyordum. Kendime daha fazla hakim olamadan oturduğum yerden kalktım, odanın bir noktasında ondan uzakta durdum. Bakışlarımı ona çevirmemek için ekstra çaba harcıyordum. Bu çok zordu. Onun bulunduğu bir ortamda üzerimde onun rahatsız edici bakışlarını hissetmek ise daha da zordu. Beni delip geçen o bakışları görmemek için direnirken, odanın ucuna, ondan uzağa gittim. Yüzüm ona dönük değildi. Vücudumun sıcaklığı kulaklarıma ulaştığında, çenemi kendime doğru çekerek derin bir nefes verdim dışarıya.
Bu anı yaşamamayı dilerdim. Çenemi kapalı tutmayı başarabilseydim bunları şuan da yaşıyor olmazdık.
Kendime lanet okurken, iç sesim zafer kazanmış gibi, "Bunun günün birinde olacağını söylemiştim ama sen beni dinlemeyerek kendi bildiğini yaptın ve sonuç... sonuç falan yok." diyerek içimde bulunduğum anı benim için daha fazla çekilmez kılıyordu.
Sessizliği ilk bozan Harry oldu.
"Olayın bu noktaya getirmemek için çabaladığım ama sen her defasında buna aldırmadan bana korkunç anılarımı hatırlattın. Senin bana sorduğun sorulardan kaçıyorum, düşünebilecek yaşa geldiğimden beri. Aklımı sürekli meşgul ediyorum, kendime o soruları sormamak ve kendi yoksunluğumu hatırlamamak için. Ben tüm bunlardan kaçarken etrafımda bana bunları hatırlatan birisini istemiyorum." dedi. "Bana, neden gerçek yaşamını kimse bilmiyor, diye sormuştun, işte bu yüzden söylememeyi tercih ediyorum... bana sen kimsin, dememeleri içindi. Sana, birine ilk defa hayatımı anlattım ve ne yazık ki düşündüğüm gibi de oldu."
Olduğum noktada kıpırdamadan onu dinledim. Dudaklarımı bastırdım sesimin çatlamasını önlemeye çalışarak. Boğazımı temizleyerek sesimi buldum.
"Pişman mısın, bana tüm olanları anlattığın için pişman mısın?" diye söyledim fısıltıyla çıkan sesimle.
"Gerçeği mi duymak istersin?"
Dönüp ona baktım. Bakışlarımı ona çevirerek mıknatıstan farksız çekim gücüne sahip gözlerine baktım. Üst dudağımın yardımıyla alt dudağımı örterek isteksiz ve anlaşılmaz bir şekilde başımı salladım. İfademi ölçüyor gibi bir izlemin vererek durdu. Saniyeler bana şuan da sancılı geliyordu. Zamanın çabuk geçmesi için beklenilen o korkunç zamandan farksızdı şuan da.
Sessizce, "Evet." dedi. Dudaklarından rahatça dökülen o küçük kelime yutması zor bir lokma gibi geldi bana. Afallayarak ağzından çıkan kelimeyi idrak etmeye çalıştım.
Bu hazmedilmesi büyük bir lokmaydı. Beynimde evet kelimesi yankı yapılırken sadece öylece durdum, bana bir açıklama yapması veya neden pişman olduğunu söylemesi için durdum ama bunu yapmaya niyetli görünmüyordu. Düz çizgi şeklini verdiği dudaklarını aralamadı. Bana bir yabancıymışım gibi bakıyordu. Geri adım atıp arkasını dönerek gitmeyi denedi bir anlığına, nedense bundan vazgeçti ve yerinde kaldı.
Ne yaşadığımızı idrak edememiştim hala, dünya adeta durmuş ve artık düşünemiyordum.
Başını sallayarak çaresizce özür diler gibi, "Benim yüzümden sakın kendini kötü hissetme, ben buna değecek bir adam değilim. Önceliği kendine tanımayı öğren, başkalarına değil. Aklındaki planlarını yap, bunu yapmak için geç kalma, kendine bu kötülüğü yapma." diye fısıldadı. "Yardımcı olabileceğim her türlü konuda beni aramaktan çekinme. Baban düşüncelerini desteklemiyor olsa da ben destekliyorum, geleceğine kendin yön vermeni isterim, bunu herkes yapmalı..." Ufuk çizgisine bakar gibi bakışlarını bana çevirdi. "En azından seçme şansı olanlar bunu yapmalı."
Zararsız olan bu çocuk çoğu zaman beni söyledikleriyle yıkabilecek güce sahip oluyordu. Dünyadaki tüm acıları tatmış olmasam da bunun en çok can yakan acılardan biri olduğunu düşünüyordum. Sözleri bir kurşundan veya yanan bir volkanik dağdan farksızdı. Diğerleri ilk önce deriye temas ederek yavaş yavaş öldürürken, onun sözleri ilk kalbime temas ediyordu. Kalbimi ellerinin arasına alarak sıkıyordu, nefesimi keserek. Bana debelenmem ve kurtulmam için şans tanımadan yapıyordu tüm bu olanları. Bana bir seçenek sunmadan her şeyi bitiriyordu.
İçimde bulunduğumuz durumda kendimi kaybederken, o sükunetini koruyarak duruyordu. Bunu planlamış gibiydi, her şeyi kafasında daha önce tasarlamış ve şimdide oynuyordu sanki. Bunu yapmış olabilir miydi? Gerçekten bu olabilir miydi? Kafamı dolduran düşünceleri atmak istesem de Harry'nin tavrı, duruşu ve sükuneti buna izin vermiyordu. Beni içinde bulunduğumuz durumun bir senaryo olduğuna inandırıyordu. Hızla beynimi ele geçiren düşüncelere aldırmadan yerimde durdum. Ona ne söyleyebilirdim ki? Yeterince şey söyledim ve şuan olmak istemediğim bir noktaya gelmiştik, onun kararıyla. Her şeyi başlatan ben, bitiren o olmuştu.
Dudaklarımı aralayıp sessizliği bozdum, "Böyle durumlarda ne söylenmesi gerektiğini bilmiyorum, tek bildiğim gerçekten de seni incittiğim ve bunu asla telafi edemem, telafi edilebilecek bir şeyde değil." dedim. Alt dudağımı dişlerimin arasına alarak uzun bir nefes çektim içime. "Yüzüne baktığımda ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlayamıyorum sadece yüzündeki çaresizlikle kıvranan o acı ifadeni görüyorum bazen, bu beni ürkütüyor."
"Ürkütüyor mu?"
"Yaşadıklarının sana verdiği yük o kadar ağır ki artık her şeyi yapabilecek gibisin. Aklına gelebilecek her türlü şey."
Ne söylediğimi anlamaya çalışarak gözlerini yüzüme odakladı. Anlaması biraz zamanını almıştı, uzun bir süre öylece durup benim ifademi ölçtü. Dudağının üst kısmını kıvırarak tek kaşını havaya kaldırdı. Şaşkınlığını gizleyemeden ağzını açık tuttu. Başını sağa sola sallayarak dudaklarına belli belirsiz yarım bir gülümseme yerleştirdi.
"Benim bir psikopat veya şizofren olduğumu mu düşünüyorsun?" dedi. "Gerçekten böyle bir şey düşündüğüne inanamıyorum."
"Tam olarak bunu demek istemedim, beni yanlış anladın. Senin yerinde kim olsaydı ben yinede aynı şeyi düşünürdüm, mantıklı kararlar alamayarak yanlış şeyler yapabilmeye meyilli bir psikolojiye sahipsin. Senin ve etrafındakilere zarar verecek kararlar."
"Benim düşündüğüm ile senin düşündüğün şey arasında hiçbir fark yok."
Ağzımdan tek bir kelime daha çıkarsa kötü olan durumu daha da çıkılmaz yapacaktım, sessiz kalmak en doğrusuydu. Verebilecek bir cevabımda yoktu. Huzursuz ortamın sessizliğini Harry'nin telefonu bozdu. Arkasını dönerek cebinden telefonu çıkarttı, ekrana bakmadan telefonu açıp kulağına götürdü.
"Evet...Ne oldu..? Eğer işlerini yapacaksam onları neden işe aldım ki..? Birazdan orada olacağım, hepsini büroda görmek istiyorum."
Telefonu kapattı. Omzunun üzerinden bana baktı.
"Lütfen ihtiyacın olduğunda beni ara. Bana verdiğin güzel anlar için teşekkür ederim. Kendine iyi bak."
Yüzüne çevirip salondan çıktı. Kendimi boşluğa hissederken gitti. Gerçekten de gitti. Her şeyi yıkarak gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Labirent
FanfictionHayatı kaybetmenin kıyısına yaklaşanlar, onu daha iyi tanırlar. Cover by @BlueHolland