multimedya;
Ne Jupiter - Renksiz Bir Kadın.
4. Bölüm: "İzmarit."
Bu ruh gerçeklerle büyüdü, senin yalanlarınla acımaz.
Boynu bükük martıların kanatları sol göğsümün içine senin cesedini taşıdıklarından bu yana aslında sen ölüydün, herkes bu yüzden göğsümü deşmek istedi.
Senin cesedini çalmak...
Yok etmek...
Ve, benden koparmak için.
Külü, içimin gök yüzlerinde uçuşan ruh senin miydi?
Senin olmasaydı içimin yüzlerindeki gök bu küllerin üstüne yıkılırdı. Ben bilirdim. İçi mayınlanmış bulutlardan aşağıya senin küllerine göz yaşı akar, mavisi denizi dalgalandıran gökyüzünün bileklerinden kayan yıldızlar küllerini parlatırdı. Fakat senin küllerinin rengi mavi olamayacak kadar kıvılcımdı.
Babamın mezar taşı soğuktu.
Yanağım o mezar taşına yaslanmış, üşüyordu.
Simsiyah, asi saç tutamlarımın fersiz uçları rüzgara yenilirken, kirpik uçlarım mezar taşına sürtündü. Babam, kirpik uçlarımdan mezar taşına dökülen acı için üzülür müydü? Aslında bilirdim, babacım hiç kıyamazdı bana. Buraya geleli dört veya beş saat olmuştu ama hissizlik sadece birine değil, kendimize de işleyen bir mekanizma olduğundan, zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. İyi değildim, iyi olmadığımı hep babama söylerdim ve yine ona söylemeliydim. Üstümde boğazlı kazağım haricinde hiçbir şey yoktu ama hava soğuk olmalıydı. Dedim ya, ben mütemadiyen hissiz bir kadındım.
Yemin ederim böyle olmayı istememiştim.
Böyle olduğum için bana kızmayın.
Lütfen!
Lütfen...
Titreyen dudaklarımı mezar taşının soğuk yüzeyine yaslarken, "Ne olur kızma babacım," diye fısıldadım sancısı ağır bir sesle. "Kızarsan üzülürüm. Üzme kızını, bilirim sen üzmezsin."
Karanlıktı, İstanbul'un boğaza bakan kabristanında yatan bu adamın kalbinin atmayı bıraktığı gün ben büyümüştüm.
Beni büyüttüğün için sana minnettarım babacım.
Rengi birbirinden farklı olan irislerim, topraktaki solgun papatyalara takıldı. Ben diktiğimde tazeydi ama şimdi ölmüşlerdi. Babamın cesedi papatya cesetlerinden daha güzeldi. Dudaklarım mezar taşını buselemekten bir an dahi vaz geçmezken, "Söylesene," diye konuştum. Bir sır verir gibi, sessizce. "Beni mi daha çok özledin, annemi mi?"
Kollarımı geniş mezar taşına sardım, babamın ismi parmak uçlarıma dokundu. Kanım yokmuş gibiydi, içim o derece soğuktu. Cebimde titreyen telefonumu umursamadan babam ile konuşmaya devam ettim. "Yalancı. Sen yalancısın. Annemi daha çok özledin değil mi?" Benim sesimi titreten tek adamın babam olmasını diledim. "Onu hep daha çok sevdin zaten. Nasıl bu kadar sevebildin? Çok saçma...Bir kadın bu kadar özel ve güzel sevilebilir miydi baba? Sen sevdin."
Burnumu kabaca çektim, harap ve sefil kalbim dahi göz yaşlarını akıtırken, gözlerimin damarlarından tek damla göz yaşının infazı verilmemişti. Mezar taşına biraz daha sıkı sarılırken, "Bir adam nasıl sevilir baba? Hiç bilmiyorum, aslında bilmekte istemiyorum ama..." seslice yutkundum. "Sen olsan bana öğretir miydin babacım? Hayır, öğretmezdin. Kıskanç adamsın. Hadi, annem için kaç adamı dövdüğünden bahset. Dinliyorum ben seni."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜŞ KEFENİ.
Teen Fiction"Ah, saçları; ölümü üzerine giyinip boğazıma sarılan saçları." Tenlerinde ateşten bir mızrak, ruhlarda yanığın asil dumanı. Alınan her solukta, almaya yemin içilen canlar vâr oldu, canlar ceset oldu. Her ceset, kanlı parmaklarla açılan mezara idam e...