Multimedya:
Juice WRLD, Lucid Dreams.
Kabul edin, beklediğinizden erken geldim^_^ Ve böyle olduğu için mutluyum. Bölümü tadını çıkararak ve yorumlarınızı bırakarak okuyun.🖤
19. Bölüm: "KURT VE CEYLAN."
İntihar süsü verilmiş bir cinayetim.
Hayatımız, kaderin parmak uçlarındaydı. Kimi zaman o parmak uçları, bir oyuncunun bir kuklanın ipini aşağıya ve yukarıya doğru oynatmasını anımsatırdı. Hayat kaderin rızasında gelişmesinin yanı sırasında, hasta bir kalp gibi daima düzensiz bir ritimde ilerlerdi. Hayatın akışı nabız gibiydi ve hayatımız hastalandığında nabız yavaşlar, ölüm vakti yaklaşırdı.
Keşke herkes kalbi kadar yaşasaydı.
O zaman aramızda hiç kötü insanlar kalmazdı.
O zaman ben erken ölenlerden, yaşamı hak etmeyenlerden olurdum. Herkes kalbi kadar yaşasaydı, iyiler ve kötüler ayıklanır, her şey daha güzel olurdu ama hayat, hiçbir zaman bu kadar kolay olmazdı ya... Herkes kalbi kadar yaşasaydı Duman yıllar sonra ölebilirdi. Çünkü iyiliği kötülüğünden çoktu. Ömrümüz, iyiliğimiz kadar olsaydı Duman değil, ben ölürdüm.
Zaman tükenmeye, eksilmeye mahkûmdu. Sabah olduğunu, zamanın geçtiğini, odanın içerisine dağılan aydınlıktan anlamıştım. Uyanalı bir süre olmasına rağmen hâlâ gözlerimi açmamıştım. Uyandığım ilk an Duman'ın gitmiş olmasını ummuş, yattığım yerin yatağım olmasını dilemiştim ama kulağımın altındaki yaşam ezgisini duyduğumda, onun kalbiyle beraber burada olduğunu anlamıştım.
Elleri, beni omuzlarımdan sıkıca kendisine bastırmıştı.
Bedenimin onunla bütünleştiğini hissediyordum. Hâlâ onun dizlerinin üzerinde, rahatsız şekilde oturuyordum ve nasıl olup da gece boyunca bu pozisyonda uyuduğumu anlamıyordum. Ellerimin içine nem düşmüştü ve parmaklarım onun kazağının yakasına asılmıştı. Nefesi düzensizdi ve doğrudan kalbiyle alakalıydı. Terlemekten şikâyetçi olarak sıkkınca inledim ve gözlerimi yavaşça açtım.
Hımm, sakallı bir çene...
Sanki biraz da gıdıklı...
Genişçe esneyerek birkaç kere kısıkça öksürdüm ve başımı kalbinin üstünde çevirerek duvardaki saate baktım. Sabahın erken saatiydi. Bugün yapılacak çok şey vardı, bu yüzden daha fazla yatmak istemiyordum. Duman'ı kaldırıp göndermeli, Melih Han'ın evine gitmeliydim. Yanağımı kaşıyarak başımı kalbinden tamamen kaldırdım ve çenesinin altından onu izledim. Başını koltuğun arkasına yaslamış, dudaklarını aralamış, hırıltılı halde soluk veriyordu. Gözlerinin altında, uykusuzluğunun emaresi vardı. Parmağımı kaldırıp göz altına dokunduğumda, teninin ılık ve canlı olduğunu gördüm; elimin altında yaşam vardı. Parmağımı gözünün altından aşağıya, elmacık kemiğime kaydırdığımda, daha hırıltılı bir nefes aldı. Mırıldandım. "Ne horluyorsun be..."
Esneyerek başımı boynunun altına sertçe yasladığımda, yüzüm bu sefer sol tarafa kaymış ve yanağım göğsüne yaslanmıştı. Bakışlarım gayriihtiyari şekilde sol tarafa, odanın kapısına kaydığında, vücudum anında ısındı ve gözlerimi irileştirmemek için kendimi tutmak zorunda kaldım.
Anneme basılmıştık.
Onun gözleriyle ansızın karşılaşmak kabul etmeliyim ki beni şaşırttı ve dudaklarımın bir o şeklinde aralanmasına sebep oldu. Eşiğin önünde, kollarını göğsüne bağlamış vaziyetteydi. Kaşları çatılmış, yüzüne huysuz bir ifade oturmuştu. Tamam, pek iç açıcı bir görüntü sunmuyorduk. Kimse annesine, bir erkeğin kucağında otururken yakalanmak istemezdi ama yanlış olan bir şey yapmamıştım ki. Kafamı Duman'ın göğsünden kaldırdım. "Günaydın anne."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜŞ KEFENİ.
Teen Fiction"Ah, saçları; ölümü üzerine giyinip boğazıma sarılan saçları." Tenlerinde ateşten bir mızrak, ruhlarda yanığın asil dumanı. Alınan her solukta, almaya yemin içilen canlar vâr oldu, canlar ceset oldu. Her ceset, kanlı parmaklarla açılan mezara idam e...