Multimedya;
Son Lux, Easy.
Selam. Ben geldim, sizin için kısa bir sürede yazdım. Emeğimin karşılığını verdiğiniz için teşekkür ederim güzellerim.
🍷
8. Bölüm: "Zihin Fısıltıları."
Unutulmuş cennet vadisinin, tırpanla sökülmüş uğursuz bir dikeniydin.
Bazen her şeyin üstüne gideriz. Giderken ayak altımızdaki toprağı, kesilen ayak parmaklarımızla ıslatır, çamurlaştırır ama gitmekten vazgeçmeyiz. Yürürsün. Bazen acıdan kudururken, bazen acı seni kudurturken... Bazen elbisenin uçları bir uçurum kayalığında sökülürken, bazen elbisenin uçlarını tırnaklarınla sökerken...
Kimi zaman bir masal olmak isterdim küçük çocukların kulağında dönmek isteyen...
Kimi zaman bir intihar melodisi...
Ve kimi zaman senin celladın başında, onu kışkırtan bir melek.
Lakin elimde olmam için tek bir seçenek vardı.
Gül dikeni.
İnsanlığın ikiye ayrıldığını düşünen herkesten nefret etmiştim. İyi ve kötü insan yoktu. İşine geldiğinde iyi olan ve işine gelmediğinde kötüleşen vicdanlarımız vardı yalnızca. Buna inancım tamdı ve aksine kimse beni inandıramazdı. On altı yaşıma kadar yufka yürekli olmam gerekmişti, çünkü hayatımda pürüzler yoktu. O zaman herkes için ideal olandım belki ama hayatından getirdiği şartlar tarafından kötüleştiğimde dışlanan bir kadın olmuştum.
Ayna da kendime baktım...
Uzun bir süre.
İnsanlara hak verdim.
Sevilmek için tek sebebim yoktu.
Uzun, kalçama dek doğal dalgalar halinde inen, dolaşık saç uçlarımı parmaklarımla okşadım. Her kadın saçlarını severdi ama bazı kadınlar daha çok severdi. Bir, babası tarafından saçları hiç okşanmamış kadınlar, bir de babası tarafından saçları okşanmış kadınlar daha çok severdi. Ben şanslı olandım. On altı yıl kadar. İfademdeki mutsuzluğa, gözlerimdeki boş ifadeye ve solgun yüz hatlarıma baktım. Kendimden umudu kestiğimde, geçmişin kanını içime doldurmuştum ama o bile renklendirememişti ifademi.
Hırçın saçlarımı omzumdan geriye savurarak, alnımı aynanın yüzeyine yasladım ve gözlerimi yumdum. Kimsesizken her şey daha kolaydı. Maskeler takmama gerek kalmıyordu ve daha az yorucuydu. Kırışan alnımdaki acıyı kabullenemeyerek sertçe yutkunduğum da, mutfaktan yükselen o karamsar iniltileri işittim.
İsmimi bir daha seslenmeyecek olmasının nasıl bir his olduğunu size asla anlatamayacaktım.
Omuzlarımı dikleştirerek aynadan uzaklaştım. Yüzüme kondurduğum o sahte maskeyi derinleştirerek çıplak ayaklarımla odamdan ayrıldım. Soğuk koridoru yürüdüktan sonra müstakil evimizin küçük mutfağından içeriye girdim. Annem çelimsiz bedenini tezgâha yıkmış, elleriyle tezgâhtan destek alıyor ve hayretle mutfak penceresinden dışarıya bakıyordu. Buna bir anlam veremeyerek kaşlarımı çattığım da, hızlı adımlarla yanına iliştim.
"Anne?" Elimle kemikleri dışa doğru belirginleşmiş olan omzuna dokundum. "Nereye bakıyorsun öyle?"
Sessiz bir iniltiyle birlikte bana daha çok sokulduğunda, onun bakışlarını takip ederek pencere camına baktım. Küçük bir an içimde kükreyen aslanların yelesini silkerek koşuşturduğunu hissettim. İçimde kükreyen o hissi biliyordum. O vahşi hissin tırnakları yakama yapıştığında, beni kimse durduramazdı. Sokağın ortasında, otuzlu yaşlarının başında, kirli sakallı bir adam vardı ve yere yatırdığı kedinin önünde çökmüştü. Beni harekete geçiren sebep ise, kedinin boynunu geriye yatırıp adeta ona eziyet etmesiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜŞ KEFENİ.
Teen Fiction"Ah, saçları; ölümü üzerine giyinip boğazıma sarılan saçları." Tenlerinde ateşten bir mızrak, ruhlarda yanığın asil dumanı. Alınan her solukta, almaya yemin içilen canlar vâr oldu, canlar ceset oldu. Her ceset, kanlı parmaklarla açılan mezara idam e...