Multimedya:
Finding Hope, 3:00 AM
Merhaba!
İnanabiliyor musunuz? On gün içinde geldimskekekdk. Dedim, bundan sonra böyle :')))) Siz de lütfen yorumlarınızı ihmal etmeyin, satır aralarını boş geçmeyin<3
💔
23. Bölüm: "DİKİŞLER."
Aslında biz bu kadarız... Parçalara ayrılmış kalpler ve onları birleştirmek isterken kesilen parmaklar...
Biz bu kadar değil miyiz?
Dünya ve yıldızlar kadar uzak mesafelerde yaşasalar bile birbirini görebilen insanlar vardır. Sen oradaki yıldızsın, o ise oradaki dünya ama birbirinizi görebiliyorsunuz; çünkü aranızda kimse yok. Tıpkı dünya ve yıldızlar gibi... Biz kimseyi aramıza almadık, çünkü dünya ve yıldızların arasına kimse giremezdi.
Onunla arama kimseyi almadım, hayalinden başka. Ben almasam da bir şeyler gelip girdi. Zaman girdi, acı girdi, öfke girdi, kin girdi, ölüm girdi, kalp girdi... Ben girdim. Kendimi almayı istemedim ama aramıza en çok kendimi aldım. İkimizin arasında durdum ama ikimizin arasında dururken bile yüzümü Duman'a hiç dönmedim. Arasına güneş bile girse dünya ve yıldızlar her gece olduğunda kavuştu. Bu yüzden gündüzleri değil, geceleri daha çok sevdim.
Son bir dakikadır Duman'ın gözlerine bakıyor, aynı kelimenin kulaklarımda tekrarlamasına müsaade ediyordum. Elimin içinde duran silahın namlusu hâlâ alnına yaslı duruyor, pencereye çarpan ay ışığı yüzünün sağ tarafında kalıyordu. Kaşlarım keskin şekilde çatılmış, dudaklarımsa önüne geçemediğim bir hayret belirtisi göstererek aralanmıştı.
Senin demişti.
Senin.
Nasıl benim olurdu ki?
Yüzümdeki her kas seğirdi ve boğazımdan aşağıya sıcak, yakıcı bir duygu inip karnımda kilitlendi. Duman gözlerini kırpmadan, alnında bir silah olduğunu umursamadan bana bakıyordu. Soğuk soğuk terliyor olmasına rağmen bunun korkuyla değil, gerginlikle alakası vardı. Sırtımdan içeriye, derimi sökerek bir el girmişti ve o eli kalbimde hissediyordum. Birinin avucundaydım. Birinin avucunda oldunuz mu? Birisi size hükmetti mi?
Namluyu alnına daha sert bastırarak sol gözümü kıstım ve sordum: "Ne demek senin?"
"Senin," diye tekrarladı dosdoğrudan. "Senin adını yazdım işte."
Benim adımı bir deftere mi yazmıştı? Mahşer. Bu ismi mi yazmıştı? Farklı şeylerden bahsediyorduk ya da Duman açıkça benimle dalga geçiyordu. Silah alnından düştü ve burnuna, çenesine çarparak kucağıma indi. Elimde bir silahla ona bakakaldım. "Aynı şeyden mi bahsediyoruz?"
"Sen bana birinin ismini defterine yazdın mı diye sordun?" Duman'ın yüzündeki hiçbir kas kıpırdamıyor, pür dikkat bana bakıyordu. En gürültülü yeri her zaman ki gibi kalbiydi. "Ben de senin ismini yazdığımı söyledim işte."
Ne zaman yazmıştı? Ne amaçla? Lisede defterine yazdığı ben miydim? Aynı zaman diliminden mi bahsediyorduk? Elimdeki silahı daha sıkı tuttum ve fırtınadan sağ çıkmaya bile çalışmadan, gürültülü yağmurun altında ıslanmaya devam ettim. Karanlıkta görebildiğim tek şey, Duman'ın gözleri oldu. "Duman, aynı şeyden mi bahsediyoruz?"
"Ben sadece bana sorduğun soruya cevap verdim Mahşer." Sonunda vücudu serbest kaldı ve bir elini uzatıp parmaklarımın elinden silahı aldı. Elime dokundu ya, yüreğime dokunmuş kadar oldu. "Bırak onu da... Bana nasıl hiç acımadan sıktın? Ya kurşun denk gelseydi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜŞ KEFENİ.
Teen Fiction"Ah, saçları; ölümü üzerine giyinip boğazıma sarılan saçları." Tenlerinde ateşten bir mızrak, ruhlarda yanığın asil dumanı. Alınan her solukta, almaya yemin içilen canlar vâr oldu, canlar ceset oldu. Her ceset, kanlı parmaklarla açılan mezara idam e...