Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu?
Şükrü Erbaş
Varlığı tadanlar sürekli, yokluğu anlayamaz demek geliyordu içimden. Sürekli varlıkta yaşamış biri bilemezdi yokluk nedir. O yokluk insanı nasıl üşütür, nasıl tüketir. Bir insanın eksikliği nasıl üşütür içinizi. Anılara daldığınızda yitik bir an nasıl kahreder, aslında anılar ki nasıl yarım kalmıştır hep. Kaybetmek ne sancılı süreçtir bilemez kimileri. Her savaştan galip çıkmış biri mağlubiyeti anlayamazdı. Her savaştan galip çıkan o biri galibiyeti bile hakkıyla anlayamaz, takdir edemezdi. Hiç kaybetmemişse kazandığına nasıl ve ne kadar sevinecekti ki?
Yarım kalmış bir masal gibi duruyordu önümde hayatım. Onu tamamlayabilecek tek yol vardı.
Ruhum ona her baktığımda kökleriyle beraber sarsılıyordu. Benden yeni bir ben peyda oluyormuş gibi parçalanıyordum. Ardından durmadan tam oluyordum varlığının efsunlu büyüsüyle. Beni tamlayan, tamamlayan tek yoldu Katre. Bitirebilecek en etkili silahtı aynı zamanda. Bu tezatlıklarla örülen her parçaya aşk diyorlardı. Kim bilebilir?
Derin bir kasvet havasından güçlükle sağanağa çıkan haftalar süregidiyordu ömrümüzde. Haftalar ayaklarımın dibinde paralanıyordu. Giderek dipten yüzeye çıkıyor, giderek büyüyorduk asıl anlamıyla. Parçalanmış bir ailenin eksik bireyleriyken tamamlama savaşına giriyorduk birbirimizi, belki de iyiden iyiye paramparça olmuştuk.
Çünkü olması gerektiği gibi oluyordu çoğu zaman hayat, olmasını istediğimiz gibi değil.
Dayım lokantada gözleri denize dalmış, öylece otururken ayaklarım neredeyse geri geri gidiyordu. Hasan dayım aslında genelde böyle biriydi. Dalıp dalıp giderdi. Ama bugün üstündeki bu hal, sigarasını tutuşundaki o dağılmışlık, yüzündeki ince keder üstümüzde asılı duran havayı bile ağırlaştırıyordu. Tuna kararsızca ona bakıp iç çekti. "Biri mi öldü acaba?" diye sordu kağıdan girerken.
Fırat gözlerini devirirken sırtımdan itti. "Artık içeri girin de öğrenelim ne olmuş." Dicle Tuna'nın kolundan tutarak içeri girerken titreyen kirpikleriyle herkese tek tek bakıp nefesini gürültüyle verdi. Bir şey söyleyecek gibi olup vazgeçti. Durum her neyse en çok onu endişelendiriyor gibiydi. Belki de bir şeyler biliyordu. Çünkü anladığım kadarıyla Katre bir şeyler biliyordu ve Dicle'yle konuşmuş olması da olasıydı. Çünkü Katre dayımla buluşacağımızı öğrendiğinden beri bir tuhaftı. Hepimizin belki gereğinden fazla ısrar etmiş olmamıza rağmen gelmeyi reddetmişti. Hatta neler dönüyorsa annesiyle ikisi birden karar verip Hülya teyzemin uzaktan bir kuzeninin evine gitmişlerdi.
Birkaç adımla masaya varmıştı ki dayım başını kaldırıp bize baktı. Hafifçe gülümsedi. Sigarasından derin bir nefes çekip izmariti kültablasına bastırıp söndürdü. "Hoşgeldiniz, çocuklar. Hayırdır bu suratlar ne?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yasemin Kokusu
RomanceHep onu sevdim. Ama kabul etmem gereken tek gerçek vardı; Aras başkasının vahasıydı. Onda hüküm süren, onda çiçek açacak olan başkasıydı. Aras bana çiçek açtıramazdı, Aras ruhumun çölünü yeşile bürümekten uzaktı. Çünkü o bütün suyunu, tüm havasını t...