29/ Gökkuşağı ve Kelebeğin Dansı

5.6K 384 62
                                    

Kısacık bir andı, bana cam sesleri gibiBir anı kaldıKısacık bir andı, o çok duyarlı dengeler yansıdıİpe dizilen inci, dünya ile kişiİlk yazdı, sonradan saydam bir şeyler yağdıUyum karıştı ince havayaKısacık bir andı, belki farkında bile değildin s...

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Kısacık bir andı, bana cam sesleri gibi
Bir anı kaldı
Kısacık bir andı, o çok duyarlı dengeler yansıdı
İpe dizilen inci, dünya ile kişi
İlk yazdı, sonradan saydam bir şeyler yağdı
Uyum karıştı ince havaya
Kısacık bir andı, belki farkında bile değildin sen
Ben sonsuz kişiydim, o kapıdan çıkarken  

Lale Müldür

Zaman öyle tuhaf bir mefhumdu ki anlayan çıkıyor muydu bilemiyordum. Nasıl geçerdi, neye göre giderdi zaman? Hayatımın o en karanlık, en soğuk günlerinde; Aras giderek benden uzaklara savrulurken, ömrüm bir çiçek gibi günden güne çürürken, ruhum yaprak dökerken yani, her şey gözüme çirkin gelmeye başladığında, hiçbir şey kalbime öylece dokunamazken hem de geçen her dakikayı hissediyordum. Hatta her saniye dahi etimi çizerek geçiyordu. Sanki akrep ve yelkovan ağır ağır hareket eden iki jiletti. Öyle kesiciydi ki bıçakları her seferinde derimi soyuyorlardı. Oysa şimdi, heyecan göğüs kafesimde renkli bir kelebek gibi büyürken, kalbim durmadan ritmini şaşırıp delibozuk atarken, içim içime sığmazken yani, renkler bile gözüme daha canlı gelirken, nefesim kesilirken sevinçten zamanı tutamıyordum. Nasıl geçiyor anlamıyordum. Akreple yelkovan artık iki sihirli değnekti ama bana değmiyorlardı bile. Onları tutamıyordum. Dokunamıyordum.

Acı içimizi delerken bu kadar yavaş geçen zaman, neden mutluluğumuza biraz daha tanık olmamıza izin vermezdi? Niçin güzel günler böyle çabuk geçiyordu?

Müzikale o kadar az kalmıştı ki ağlamak istiyordum. Göğsümde bir bahar büyütüyordum. Bu heyecanın üzerine sanki aramıza çiçekli bir yol açmışlar gibi giderek Aras'a doğru yürüyordum. Ona varıyordum. Aramızdaki o şey, aramızdaki her şey, etrafımda muntazam bir kubbeye dönüşüyordu. Onunla birlikte hep o kubbenin içinde yaşamaya ezelden razıydım ben zaten.

Aklıma sabahki kıyafet provası gelince alt dudağını ısırıp gülümsedim. Kapıyı açıp eve attım yorgun bedenimi. Bugün gerçek anlamda tükenmiştim. Birazdan herhangi bir yere yığılıp kalacaktım.

Zamanla ilgili bir şey daha, ne kadar hızlı geçerse o kadar yoruyordu.

"Hoş geldin kızım."

"Hoş buldum, annecim. Nasılsın bugün?"

Anneme gülümseyip salona geçtim. Arkamdan geldiğini duyabiliyordum. Kendimi koltuğa bırakırken üzerimde tatlı bir heves vardı. Annem de karşıma oturdu yavaşça.

"Ben iyiyim. Sen nasılsın? Kıyafet provan nasıldı?"

Ellerimi birleştirip alt dudağımı ısırdım yeniden. Gözlerimde renkli ışıkların parladığına emindim. "Anne o kadar güzeldi ki. Hepsi. Daha tam hazır değil tabi kostümler ama harika olacak biliyorum." İki omzumu birden silktim.

Annem sevgiyle gülümsedi. "Benim güzel kızım, içinde senin olduğun bir şey çirkin olabilir mi? Düşünemem bile."

Başımı sallayıp güldüm. "Ben ciddiyim. Renkler bile çok canlıydı ama aynı zamanda çok hüzünlü. Buruk bir tat vardı üzerlerinde. Çok güzeldi. Bilmiyorum. Çok güzel işte."

Yasemin KokusuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin