Denizin kederini anlatacak dili yok,
Dedim ve devrildim,
Böyle sürdü uzun yıllarım
Düştüm, sustum, içimden geçirdim,
Evi oldum sol yanından yaralı bir salyangozun
ve komşusu ağlayan bir ağacın.
Yeryüzü, ah yeryüzü diyerek
Gürültüsüne de alıştım
Kapladığım yerin.Birhan Keskin
İnsan her şeyi bildiğini sanarken, herkesi tanıyormuş gibi yaşarken ne kadar da yanılıyordu. Tüm inandıklarımız gördüklerimizle sınırlı kalıyordu belki de. Gördüğümüz, duyduğumuz her şeye, öylece, bildiğimiz gibi daha doğrusu kabul etmek istediğimiz haliyle inanıveriyorduk. Sanki her şey böyle basit olabilirmiş gibi. Görünen her şey öyle olmak zorundaymış gibi. Hiç kimse, en sevdiklerimiz bile, olduğunu sandıklarımız gibiymişçesine. Oysa hayat öyle zalim, o kadar acımasızdı ki duruyor ve sonra en beklenmedik yerden vuruyordu. En çok acıtacak yerden. O nabzımızın attığı, kanımızın çağladığı yerden yani. Hep daha çok ölebilelim diye. Ben sanıyordum ki daha fazla ölecek yerim kalmamıştı. Oysa ki insanın hep daha çok ölebilmesi, hep daha çok yırtılması, daha derinden kesilmesi, daha fazla parçalanması kabilmiş. Her şeyin fazlası oluyormuş.
Beynim, içinde senfoni orkestrası varmışçasına zonkluyordu. O orkestra, kötü ve uyumsuz orkestra, en sevmediğim şarkıları çalıp duruyordu. Sanki bir dolu insan henüz ilk defa ellerine aldıkları sayısız enstrümanla kafamda konser veriyordu. Müziği mahvediyorlardı. Enstrümanları mahvediyorlardı. İçimde bir çığlık gibi büyüyordu müzikleri. İçimdeki dağlara çarpıp durmadan yankılanıyordu. Kulaklarımı kapatmak istiyordum. Yeter artık, diye bağırmak. Yeter artık, kesin şunu. Bu müzik değil. Müzik bu değil.
Görmeyen adımlarla eve doğru yürümeye devam ettim. Ama daha çok rüzgarın savurduğu bir yaprak gibi sürükleniyordum. Çantamdan anahtarı çıkardım. Yoldayken annem arayıp komşuya gideceklerini haber vermişti. Birisi evleniyormuş ve onun için yapılacak bir şeyler varmış. Onların evde olmamasına seviniyordum. Çünkü kimsenin beni görmesine hazır değildim. Şu an değil. Bu sebeple yol boyunca evde kimse olmamasını dilemiştim. Kilitte döndürdüm anahtarı. Aynı anda kapı çekilerek açıldı.
Aras merakla, telaşla ve huzursuz bakan gözleriyle karşıma dikildi.
"Katre?"
Başımı eğdim yüzümün halini görmesin diye. Ama muhakkak görmüştü zaten. Hatta üzerimde öyle hüzünlü bir hava, o kadar koyu renkli bir bulut asılı kalmıştı ki çok uzaktan bile görülebilirdi. Belki de insan görmese bile hissederdi. Yanından geçip eve girdim. Aras yavaşça kağıyı kapattı. O kadar yorgundum ki, bedenimden önce ruhum o denli tükenmişti ki başımı yastığa koyup yıllarca uyumak istiyordum. Bütün bunlar geçene kadar, hayatımız o eski güzel haline dönene kadar, başımdaki fırtına, içimdeki deprem dinene kadar, kalbimin bir kağıt gibi yırtılması artık bitene kadar uyumak istiyordum.
Ben nasıl hareket edileceğini hala düşünürken Aras önüme geçti. Başım o denli ağırdı ki kıpırdayamıyordum. Elini uzatıp yüzümü kaldırdı. Parmakları çenemi boydan boya yararken, yarılan yerden çiçekler açarken ona gülümsemek istedim. Birazcık gücüm olsaydı osadece ona gülümserdim. Sıkıca sarılsak her şey geçer miydi? Çok sevdiğimiz birine sarıldığımız yerden onarılmaya başladığımız doğru muydu? Beni ondan başka onarabilecek kimse yoktu. Ben bütün bunları nasıl unutacaktım? Ona olanları, bana olanları, bize... Daha öncemize...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yasemin Kokusu
RomantizmHep onu sevdim. Ama kabul etmem gereken tek gerçek vardı; Aras başkasının vahasıydı. Onda hüküm süren, onda çiçek açacak olan başkasıydı. Aras bana çiçek açtıramazdı, Aras ruhumun çölünü yeşile bürümekten uzaktı. Çünkü o bütün suyunu, tüm havasını t...