Merhaba!
Bölüm Şarkısı: Ramin Djawadi - Light of the Seven
Not: Bu bölüm Mızrap Kızıltan'ın geçmişini anlatmaktadır. Kurgunun genel akışından bağımsız değildir.
Keyifli Okumalar!
Efendinin Öyküsü - I
Otuz İki Sene Önce...
Genç kadın karşısında yükselen binaya ürkek gözlerle baktı. Küçük yüzü bir ceylanınki kadar zarif, ince bedeni bir fidan gibi narin, masmavi gözleri Karadeniz'in hırçın dalgalarından halliceydi. Karadeniz'in kıyısında büyümüş bir kadın gibi değildi yine de duruşu, çiçeklenemeden toprağından sökülüp alınmış gibi boynu büküktü. Gül dalı misali gerdanına bağlı oyalı eşarbı, etrafında esen keskin rüzgârla savruluyordu. Ayaz bıçak gibi kesip atıyordu beyaz tenini. Matem düşmüş siyah saçları, tüm küskünlüğüyle uzanıyordu omuzlarından aşağıya. Oysaki bir adam, uzak memleketlerden ne şiirler yazardı saçlarının karasına. O saçların içinde büyüttüğü acı hasrete, kara sevdaya. Ne büyük hayal kırıklığıydı aslında o şiirler. Vuslata erememek için yazılıyordu şiirler, bazı sevdalara.
Kucağında, tüm soğuğa rağmen sessiz sedasız uyuyan bebeğe baktı. Daha bir haftalık bile değildi. Göbeğinin bağı bile düşmemişti. Ama genç kadın biliyordu onu, o hep böyle sessizdi. Hep böyle güzel güzel uyurdu. Belki de huyu güzel olacaktı. Hem gözleri de güzeldi. Annesi bir vakitler, yeni doğan bebeklerin hepsinin gözleri mavi olur demişti. Ama eğer bu güzel bebeğin gözleri hep böyle mavi kalırsa, büyüdüğünde iç titreten bir adam olması işten bile olmazdı. Genç kadının en büyük temennisi, gözlerinin güzelliği hürmetine kaderinin güzel olmasıydı. Ona bir kader, bir hayat veremeyecekti. Allah belki yoluna daha güzel, daha hakikatli insanlar çıkarırdı.
"Ben seni sevemem," diye fısıldadı, sesi rüzgârın feveranına karışırken. "Ben daha kendimi sevemiyorum. Sana hangi yanımdan sevgi bulabilirim ki. Allah için çok güzelsin. Hiç tahmin edemezdim böyle güzel bir bebek olabileceğini. Öyle güzelsin ki, kokunu içime çekmeye korkuyorum bırakamam diye. Ama yapamam. Ben kendimi kurtaramıyorum, seni hayatta tutamam. Bir gün öğrenirsen kim olduğumu, affet de diyemem. Sana sütümü vermedim. Bir ismin var, ama onu bile fısıldayamadım kulağına. Sen benim bebeğimsin. Ama seni öyle sevmedim, hiç öyle şefkat göstermedim. Yapamam ki. Kendini sevmeyi bilmeyen, başkasını nasıl sevsin? O yüzden bir gün kim olduğumu öğrenir de hakkını helal etmezsen, boynum kıldan ince. Hakkındır. Ben seni şimdi bırakıyorum. Sen beni hiç affetme."
Bebek gözlerini araladı, pürüzsüz tenine daha şimdiden gölge düşüren güzel kirpikleri titredi. Annesini arayan elleri kundağının kumaşından sıyrıldı, rüzgâra dokundu. Genç kadın onun dokunuşundan, cehenneme yüz sürmüş gibi kaçındı. Başını kaldırıp tekrar karşısındaki binaya baktı. Cadde ne kadar sessiz ve tenhaysa, binanın bahçesi de o kadar kimsesiz kalmıştı. Üstüne üstlük güvenlik kulübesindeki adam da az önce aceleyle binaya girmişti. Bundan daha iyi bir fırsat bulamazdı genç kadın. Buradan daha iyi bir yer bulamazdı. Belki bu bebeğin kara yazgısı, bu bahçede aydınlığa çizilirdi. Öyle umdu, öyle istedi, öyle diledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UÇURUM
Romance05.10.18 Wattys Ödülleri 2018 Kazananı - Modernistler Kategorisi *** Bir varmış bir yokmuş diye başlamadı bu hikâye. Onlar hep vardılar ve oyuna yeni kurallar koydular. Tozpembe rüyalar görmediler, kâbuslarında canavarlarla savaştılar. Çiçekler açma...