İnsan bir kere düştü mü kolayca ayağa kalkamıyordu. Bizim düşüşümüzde tıpkı böyle olmuştu. Aniden gelen ölüm ve hayatımızı kaplayan derin acı... Hala kime daha çok üzülsem bilemiyordum. Aynı anda hem öksüz hem yetim kalan ikizlere mi yoksa kayıp gidenlere mi? Aslında sorunun cevabı basit olan gidene değil kalana oluyordu. İkizler yıllarca annesizliğin de babasızlığında derin acısı yaşayacaklardı.
Bazen... Bazen diyorum ki keşke burada yanımda kalsalardı. Sonra aklıma Ferit'in sözleri düşüyordu. Sen bunca yükün altına giremezsin hem oğlumuza bakıp hem de ikizlerin annesi olmazsın bende ağabeylikten fazla babalık yapamam demişti. Henüz yeni baba olmamayı öğrenirken iki yetişkin çocuğun sorumluluklarını alamam demişti. Bu yüzdende ikizler tatillerde yanımızda kalma şartıyla Anneannelerinin yanına gitmişlerdi.
Belki de Ferit haklıydı. Ben ikisinin sorumluğu altında ezilirdim. Anneanneleri ikizlere benden daha iyi annelik yapacağından emindim. Hem anne ve babalarının kaybettikleri şehirde kalmak istemeyen birazda onlardı. Şuan bakıyordum da Ferit en doğru kararı vermişti. Ben inanıyordum ki zaman acılarını yok etmese de azaltacaktı.
Kapının kilit sesiyle başımı kapıya doğru çevirmiştim. Kapıda Ferit'i görünce yüzümde gülümseme oluşmuştu. Canım kocam oğlumuz uyanmasın diye bir kez olsun kapı zilini çalmazdı. Böyle adam sevilmezde ne yapılırdı. Kocamın yanına giderek sımsıkı boynuna sarıldım. Ferit de aynı sıcaklıkla sarılarak "Neden seni her seferinde orada buluyorum."demişti. Aslında sebebini biliyordu. Hala Ezgi'nin düşüşü aklımdan çıkmıyordu. Kendine gelip çığlıklar atamsı Babasının kaybından on saat sonrasında annesini kaybetmeleri belki de en çok Ege'nin sessiz çığlıkları içimi yakmıştı. Ezgi acısını doludizgin yaşarken Ege hep içine atmıştı.
"Hiç."diyerek kocamdan ayrılırken yanağıma buse kondurup kendi kendine oyunlar oynayan Mehmet Ali'nin yanına gitmişti. Artık oğlum biraz da olsun büyümüş en çok da boyuna vermişti. Geçen gün oğlumu göz doktoruna götürdüğümde gözlerinin çok iyi olduğunu hatta yaşlarına göre fazla iyi olduğunu söylemişti. Oğluma çok iyi baktığımı da ekleyince kocamın doktor olduğunu doktor olduğunu söylerken gurur duymuştum.
Keşke işini devam edebilseydi. Babasının ölümünden sonra ikizlerin geleceği için şirketin başına geçmesinin şart olduğunu söylemişti. Sadece bunu da değil. Oğlumuzun geleceği için de demişti. Hem böylelikle bizimle daha çok vakit geçireceğini söyleyince fikrini saygı duymaktan başka hiçbir şey yapamamıştım. Önemli olan ne istediğiydi.
"Hazır mısınız çıkalım mı?" diye sorduğunda etrafıma baktım. Bu akşam yemeğe davetli olduğumuz için Hacer Hanıma erken gitmesi için izin vermiştim. Onun haricinde evde bir şey yoktu. Ocak kapalıydı. Başka bir sorunda olacağını sanmıyordum. Şöyle gözümle evi kontrol ettikten sonra "Hazırız Ferit çıkalım." Demiştim.
"Gel bakalım aslan parçası..." Ferit, küçük oğlumu kucağına alınca bende bir koşu çantamı elime almıştım. Evden çıkarken son kez evi kontrol edip öylece kapıyı çekmiştim. Ferit oğlumu arka koltuktaki yerine yerleştirirken bende yanına binmiştim. Yol boyunca huzursuzluk etmesin diye her zaman oğlumun yanına geçerdim.
Ferit de yerine geçince oğlumun çıngırağı tutuşunu seyrettim. Bir yandan da hüzünlüydüm. Oğlumun tıpkı kansız babasına benziyor olması beni üzüyordu. Oysaki hamileyken kime bakarsan ona çeker demişlerdi. Bende hep kocama bakmıştım. Saçmalama Ayça o senin oğlun kime benzediğinin ne önemi var. Varsın benzesin ne olacak sevmeyecek misin?
"Ayça bir sorun mu var?" Ferit sezmiş olmalı ki yüzüme kondurduğum gülümsemeyle başımı kaldırıp araba kullanan kocama baktım. "Sorun yok canım sen bana bakma arada hüzünleniyorum bir süre sonra geçiyor." Demiştim.
Ben azından üstü kapalı da olsa duygularımı dile getiriyordum. Ferit de tıpkı kardeşi gibi ne yaşıyorsa içinde yaşıyordu. Biliyordum o da babasının ölümüne çok üzülmüş uzun süre de içine girdiği buhrandan çıkmamıştı. Her ne kadar şimdi iyi görünse de içinde bir yerlerde canının yandığını hissedebiliyordum.
Yolculuk boyunca sessizliğimizi korumuştuk. Çiçeklere geldiğimizde ise birkaç saatliğine de olsa acılarımızdan kurtulmak için geçmişe dair ne varsa hepsinden kurtulmaya çalıştık taki Emin'inin oğlumuzu severken "Koçum sen kime benziyorsun?" sorusuna kadar... Biliyorum bunu söylerken içinde hiçbir kötü niyet yoktu ama insan yine de üzülüyordu. Ferit'inde yüzü düşer gibi olunca "Özür dilerim." Diyen Emin'e bakarak gülümsedim.
"Sorun değil oğlumuz biraz daha büyüsün kime benzediği ortaya çıkacaktır. Bakmayın böyle durduğunda mimikleri hızla değişiyor."diyerek konuyu toparlamaya çalıştım.
"Ayça, gelsene yemeklere bakalım." Dediğinde Çiçek itirazsız kabul ederek onunla beraber mutfağa geçtik. Emin ve Çiçek uzun süre çiftliklerinde yaşamış Çiçek bunalınca da Emin burayı satan alarak en azından kışları burada geçirmek için İstanbul'a geri dönüş yapmışlardı.
"Sen Emin'e takılma bilerek o sözleri sarf etmedi."
"Hayır, takılmadım kim eline oğlumu kucağıma alsa sen kime benziyorsun diye sorular yöneltiyor... Burada sen test yapacağını söylemiştin ne oldu?"
Çiçek başınız olumsuz anlamda sallayınca içimden keşke sormasaydım demiştim. "Bu defa da olmadı ama ümitliyim. Evleneli çok uzun zaman oldu. Bebeğim gelmek için doğru zamanı bekliyor bunu hissedebiliyorum."
Gecemiz iyi kötü güzel geçmişti de bende anlam veremediğim bir sızı vardı. Yüreğim anlamsızca sıkışıyordu. Bu yüzden misafirlikten erken kalkarak eve dönmüştük. Eve girmeden önce de evin çevresinde yabancı bir sima görünce tedirginliğim artsa da sesimi çıkarmadım. Burası büyük şehirde her yoldan geçeni tanımamıza imkan dahi yoktu.
Uyuyup uyanalım her şey daha güzel olacak derken Ferit'in evden çıkışını kaçırmıştım. Uyandığımda ise Hacer Hanım alışveriş için izin isteyince bende öğlene kadar uymanın baş ağrısı içinde oğlumla birlikte aşağıya indim. İndiğimde ise oğlumun çıngırağını yukarıda unutarak "Oğluşum sen beni burada bekle ben oyuncağını alıp geliyorum..." Oğlumun burnunun ucundan öperken nerden bilebilirdim bunun son kez olacağını... "Annen seni çok seviyor." Dediğimde ise oğlum öyle bir gülmüştü ki başımın ağrısı gidivermişti.
Yukarıya çıkıp çıngırağını beşikten almıştım. Sonra da belki başka bir şey unuttum mu diye odaya göz gezdirmiştim. Elimdeki çıngırağı gülümseyerek salladım. Çıkan sesiyle birlikte aşağıya indiğimde bir an için gözüm kararmıştı. Önce tutunacak yer arayıp bir kez daha oğlumun az önceki yattığı yere baktım ama yoktu. Kapıya baktığımda ise kapı aralık duruyordu.
"Oğlum... Ferit, sen mi geldin?" Kapıya doğru gittiğimde kapıyı açarak dışarıya baktım ama kimse yoktu. İçimde sızı açık olan çıkış kapısına doğru yürüdüm. Güvenlik kulübesine yaklaşırken elim kalbimin üstündeydi. Açık olan güvenlik kapısını sonuna kadar açtığımda yerde yatan korumaya baka kalmıştım.
"Oğlum!"
ARTIK MARDİN ZAMANI!