"Piknik yapmak ister misin?"
Sorusunu sorduktan sonra cevabımı duymak için yüzüme bakmadı çünkü ne diyeceğimi biliyordu. Böyle bir teklifi asla geri çevirmezdim, kimse çevirmezdi.
Sepeti açtığında içinin sadece yemek dolu olduğunu gördüm ve yüzümde salak bir sırıtış belirdi. Buranın yemekleri yeraltından farklıydı ve hoşuma gidiyordu. Gerçi yemeğe gelene kadar her şey farklıydı ve Luke'un ne kadar haklı olduğunu düşündüm. Hayatımın hepsinin cehennemde geçmesine nasıl izin vermiştim? Gerçi seçme şansım yoktu. Kimse nerede yaşamak istediğimi sormamıştı. Kimse yaşayıp yaşamak istemediğimi de sormamıştı. Daha doğmadan ailem parçalanmıştı ve şuan canlı isem bunun tek sebebi Hades'in vaktinde bana sahip çıkmasıydı. Akla hayale sığmayacak saçmalıkta ve acımasızlıkta şeyler yaşamıştım şimdi bunlar acısını çıkarmak istemem, son derece normaldi.
Onu orada bırakıp düşüncelerimin beni kemirmesine daha fazla izin vermemek için kulübeme doğru yola çıktım. Banyoya girip fırlattığım çarşafı aldım ve korkuluktan atlayıp Luke'u bıraktığım göl kenarına vardım. Galiba gittiğimi fark etmemişti çünkü sepetin içi boşalmıştı ve kafasını kaldırıp bana baktığında, çarşafa takılan gözlerinde şaşkınlık yakalamıştım.
Çarşafı alıp göle yakın bir yere serdim ve Luke'nin çıkardığı yemekleri üstüne taşımaya başladım. Bana yardım edince işimiz çabuk bitti ve oturup yemeye başladık. O limonata dediği sarı şeyi tekrar görmemle gülerek ona uzandım. Luke ise hiçbir şey yemeden hatta uğraşmadan tebessümle hareketlerimi izliyordu. Bir an gözlerim yüzünde takılı kalınca gözleri direk gözlerimi esir aldı. Birkaç saniye birbirimize baktık ve yüzlerimizi ayırıp yemeye devam ettim.
Kısa süren yeme işimiz bitince büyük ihtimalle birlikte tüketilmemesi gereken şeyleri art arda yemiş olmalıyım ki mideme kramp girdiğini hissettim. Gülerek ve ellerimle midemi tutarak kendimi geriye attım. Gökyüzündeki yıldızları görünce gülüşüm kahkahamsı bir şeye dönüştü. Çok güzeldi ben ise biraz salaktım. Kendi kendime eğleniyordum.
Luke bir süre beni izledi ve gülmeme o da anlam veremedi fakat sonunda o da benim gibi yere yattı. Göl görüş açımdan çıkmış, geriye huzur veren sesini bırakmıştı. Ay ve yıldızın mükemmel birlikteliği gözler için şölen demekti.
Annem doğaya bayıldığını söylerdi. Babamla tanışmadan önceki hayatı hep gezerek geçmiş. Hatta onunla da bu yüzden tanışmışlar. Burada olsa bu manzaraya bayılacağını biliyordum. Tam o an yanımdaki bugün tanıştığım bir çocuk değil de, annem olsaydı ve biz şu an dünyanın haberdar olmadığı yarı tanrılarla dolu bir kampta değil de minik evimizin arka bahçesinde olsaydık ne olurdu ki? Gönlünü bir yunan tanrısına kaptırmak zorunda mıydı? Hadi kaptırdı diyelim, ya tanrı onun aşkına karşılık vermese ne olurdu? Normal bir ailenin çocuğu olsaydım gerçek aşkın meyvesi olmaktan gurur duyardım ama şu an bulunduğum durum sadece keşke dememe sebep oluyordu.
Keşke annem bana hamile olduğunu öğrendiğinde babam ona sahip çıkıp yanından ayırmamak, hatta Olimpos'a getirmek yerine onu dünyanın başka bir tarafına yollasaydı. Ondan uzak bir tarafa.
Güvenli bir tarafa.
Canlı olacağı bir tarafa.
Hafifçe dürtülmemle düşüncelerimden sıyrıldım. Luke tek omzundan destek alır şekilde yan yatmış ve ismimi söylerek çenemi tutup kafamı sağa sola sallıyordu. Güç bela ona baktığımda sallamayı kesti ve sustu.
"İyi misin?"
"Hı hı"
Başımı aşağı yukarı salladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Princess Of The Hell *Yunan Mitolojisi*
FanfictionBen Sofi. Yeraltının prensesi, Hades'in kızıyım. Yani bir zamanlar öyleydim. Kimi kandırıyorum ki Hiç olmadım. Ben Sofi. Gökyüzünün prensesi, Zeus'un kızıyım. Yani öyle olmam gerekiyordu. Kimi kandırıyorum ki Hiç olamayacağım. Fantastik #1 Yunanmi...