*40*

3K 232 113
                                    

Birkaç saniye.

Buz gibi esen bir rüzgar ile gözlerimi kapamam ve kendimi Luke ve Percy'nin kavgasından sonra geldiğimiz salonda bulmam, sadece birkaç saniye sürdü.

En nihayetinde bir ölümlü olduğum ve böyle yolculuklara hiç alışık olmadığımdan anında dizlerimin bağı çözüldü ve midem o heyecanın üstüne bunun katılmasıyla bulanmaya başladı. Sadece benim üzerime esen o hiddetli rüzgarın etkisiyle karışan ve şimdi yüzümün her yanını kapatıp nefes almamı engelleyen uzun saçlarımı geriye attım ve başım hala biraz dönerken yavaş yavaş, kendimi zorlamadan doğruldum.

Yine de dizlerimin beni uzun süre taşımayacağını bildiğimden ve boş tahtlardan birine oturursam bir de ona azar işiteceğimden, salonun ortasında duran güneş saatinin üzerinde bulunduğu mermer platforma oturdum ve derin derin nefesler almaya başladım.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama sonunda kafamı kaldırıp Zeus ve ben dışında bomboş olan salona baktığımda, şu an Hades'ten bile daha çok tırstığım 'babamın' tahtında oturmuş sinirle başka bir yöne baktığını gördüm.

En azından direk bana bakmıyor diye saniyelik sevindim ama bu öfkenin tek nedeni olduğumdan hevesim kursağımda kaldı.

Orada öylece oturduk.

Hemen dibimde çalışmaya devam eden saatin çıkardığı yokla var arasındaki ses eşliğinde, orada öylece oturduk. Ne o bana baktı veya bir şey söyledi, ne de ben en ufak bir ses çıkardım ya da yerimden kalktım.

Annem hep inadımı ondan aldığımı söylerdi ama onu ne kadar inatçı olduğunu bilecek kadar tanımadığımdan anneme cevap veremezdim. Ben, ilk adımı atan kişi olmazdım. Eğer annem haklıysa bu durumda o da bir şey demeyecekti ve ben biri gelip beni kurtarana kadar burada çürüyecektim.

Ki bu böyle devam etti.

Ben, annemin haklı olduğuna emin olup karakterimden ödün verene kadar.

Artık tamamen kendime geldiğimden rahatça çöktüğüm yerden kalktım. Attığım her adım hem topuklu giydigimden hem bomboş salonda yankı olduğundan normaldekinden en az on kat sesli çıktı ve sonunda mavi gözler odağına tam karşısında durmuş beni aldı.

Tahtıyla aramda bıraktığım üç  metre bile gözlerinin içimi delip geçmesine engel değildi.

Bulabildiğim tek tük cesaret parçalarını kullandım ve kollarımı göğsümde birleştirip sanki büyük bir bok yememiş gibi yüzüne bakıp konuşmasını bekledim. İşe yaramasını asla ummasam da, o uzun sessizlik bozuldu.

"Ne yapmalıyım bilmiyorum."

Bana bakmıyordu, gözleri arkamda kaldığını bildiğim devasa kapıdaydı.

"Konu senken ne yapmalıyım bilmiyorum."

Tıpkı benim konu o iken ne yapmam gerektiğini bilmemem gibi.

"Her yolu denedim, Sofi. Seni baskıyla yanıma çekmeyi denedim. Arkadaşınmış gibi davranmayı denedim. Tamamen uzak durup hiç karışmamayı denedim. Anneni kullanmayı denedim. Hatta sırf bana karşı öfken azalır belki diye ne kadar sevmesem bile, seni onla görmekten ne kadar iğrensem bile
Will ile görüşmene ses çıkarmamaya başladım. Fakat ne yaptıysam hiçbir işe yaramadı. Sen her seferinde Hades'e dönmeye devam ettin."

Minik itirafı son seferde kulübemde neden hortum çıkmadığını açıkladığından aklım bir an Will'e kaysa da hemen bulunduğum ana döndüm.

O da konuşmaya devam etti.

"Seni anlamıyorum. Sen zeki bir kızsın Sofi, bunu biliyorum. Kampı yönettiğinde, savaşlarda ve düellolarda ne kadar akıllı olduğunu, bir lider olarak bana ne kadar benzediğini kendi gözlerimle gördüm. Fakat bir aptal gibi davranıyorsun. Hades tek işi etrafındakileri ihtiyacı doğrultusunda kullanmak olan bir adam ve sana yaptığı da tam olarak aynısı. Bunu nasıl göremiyorsun aklım almıyor!"

The Princess Of The Hell    *Yunan Mitolojisi* Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin