*21*

4.6K 327 35
                                    

"Luke bir daha söylemeyeceğim, indir beni"

Ciddi kalmaya çalışsam da gülerek konuşmam, onun dinmeyen kahkahalarını mümkünmüş gibi daha da körüklüyordu.

Pes etmeyeceğini anladığımda anın tadını çıkarma kararı aldım ve ellerimi köprücük kemiklerinin üstüne koyup dengemi sağlamaya çalıştım.

Oyun bittikten sonra konuştuğumuz gibi herkes Emma, Hayden ve kalabalık ordunun yanında toplanmıştı. Luke ve diğerlerinden biraz önce vardığımdan ikisini öpüşürken basmıştım ve Emma şuan yüzüme bakamıyordu. Hayden ise gayet rahattı.

Buna pek şaşırmamıştım çünkü savaş sırasında aşırı belli etmişlerdi.

İkisiyle konuşurken - daha doğrusu Emma ve Hayden bana övgüler yağdırırken- revirden savaşa katılmayan melezler gelmiş, her iki tarafın da yaralılarına yardım etmeye başlamışlardı. Birbirimizi öldürmemiz yasak olduğundan, en fazla bir kaç sıyrık veya kırıkla uğraşıyorlardı.

Sağlık açısından hiçbir şeyleri olmayan melezlerden tebrik alıp, sohbet ederken bir anda ayaklarım yerden kesilmiş ve kendimi Luke'un omzunda bulmuştum. Kesinlikle beklemediğimden donup kalmış ve o takımımızı coşturup alkış tufanı başlatırken sessiz kalmıştım.

Beni hala sırtından indirmemişti ve tam şuan yemekhaneye doğru ilerlediğini biliyordum.

"Hadi artık indir beni."

Kafasını sağa sola sağladığında kollarıma değen saçları, içimi bir tuhaf yapmıştı. Kesinlikle ipek kadar yumuşak görünüyor ve hissettiriyorlardı. Saçlarına dokunan güneş ışınları zaten güzel olan saçlarını daha da güzel gösteriyordu.

Arkamızdan neredeyse tüm kampın geldiği çıkan adım seslerinden belliydi. Diğerleri nerede bakayım diye arkamı döndüğümde gördüm mavi gözler, hep yaptığı gibi beni selamladı ama bu sefer hiçbir şey yapmadan
önüme döndüm.

Percy'i bizimkilere karşı savunduğum için biraz pişmandım çünkü evet, saygıyı hak edecek hiçbir şey yapmıyordu. Annabeth bir manipülasyon kraliçesi olabilirdi ama ona karşı gelmek ve yetkiyi eline almak ilk göreviydi.

Eminim ki karşımda Percy olsa daha zorlanarak kazanırdım.

Sonunda ayaklarım yerle buluştuğunda, tekrar havalanmaları saniyeler sürdü. Daha yerime oturamadan Leo'nun aşırı kaslı kollarının arasında duruyordum. Bu çocuk ne ara sevgi topuna dönmüştü?

Benden uzun boyu, ve belini hafif geriye doğru kırması, işimi hiç kolaylaştırmıyordu. Bir de hafif(!) sıkması vardı tabi.

Ellerim ensesini bulup saçına asıldığında, geriye düşen başı ile doğruldu ve beni sarışı gevşeyince hemen kolları arasından kaçtım. Gözlerindeki şaşkınlık ile bana biraz yaklaşınca yanımızdaki masadan bıçağı kaptım ve ona doğru doğrulttum. Luke ve diğerleri de en az Leo kadar şaşkınca bana bakarken bıçağı ucunu onlara da doğrulttum.

"Eğer bir kişi daha herhangi bir yerime dokunursa tanrılar şahidim olsun, sizi doğrarım."

Hiçbiri ağzını açıp bir şey demedi çünkü beni böyle kabullenmişlerdi ve şanslarını zorladıklarını biliyorlardı. Luke değil Leo'ya patlama nedenim ise onunla geçirdiğim zamanın daha kısa olmasıydı.

Bırakırsam böyle kalacaklarını bildiğimden masaya oturdum ve ne kadar aç olduğumdan bahsetmeye başladım. Bunu bekliyor gibi hemen yanıma kuruldular ve sohbet etmeye başladık.

Kimsenin ayağımıza yemek getireceği yoktu. Burada çocukların açık büfe dediği bir şey vardı ve günün her saati -cidden her saati- geniş bir masanın üstü saat dilimine uygun yemeklerle dolu oluyor, azaldıkça yenileniyordu ki bu bence kamptaki en mantıklı ve güzel şeydi.

The Princess Of The Hell    *Yunan Mitolojisi* Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin