*14*

5.9K 371 27
                                    

Çiçekler son kez kontrol edilip yerlerine konarken, davetliler yavaş yavaş yola çıkmışken, o zamanın en kıdemli orkestrası son provalarını yaparken Olimpos'un ihtişamlı ve devasa avlusunda tam bir kaos hakimdi. Her şeyin mükemmel olması gerekiyordu ve defalarca kontrol edilmişti. Dönemin gözde Zeus melezi etrafta koşarcasına geziniyor, babasının şerefine düzenlenecek bu etkinliğin güvenliği için kendi kendine çırpınıyordu.

Her yıl düzenlenen bu baloya sadece kanında tanrı kanı bulunanlar davet edilirdi. Üç büyüklerin adı altında Zeus'un cesaret ve gücü kutlanır, deli gibi içilirdi. O da bunu planlıyordu. Deli gibi içmeyi. Büyük bir zafer elde edip babasına kendini ispatlayalı çok olmamıştı ki bu onun için çok önemliydi.
Biraz sakinleşmesi gerektiğinin farkında nişanlısının yanına gitmiş ve başını kadının saçlarına gömmüştü. Daha yapılacak çok şey varmış gibi hissediyordu.

Onu tam o an hatırladı.

Babasının aniden Olimpos'a getirip tanrılara tanıttığı bir insan vardı. İnsan! Onun da kendileri gibi Olimpos'ta, hatta Zeus'un ana tapınağında yaşayacağını öğrendiklerinde ne kadar küçük düşmüşlerdi. Ama hiçbirinin elinden bir şey gelmedi çünkü o alışılmışın dışında Zeus'un bir aşığı değil, insan formunda köye indiğinde karşılaştığı bir erkekti.

Yine de aşığı olup olmadığını kontrol ederken ne çok uğraşmıştılar! Zeus ise hiçbirine aldırmamış,ilgisini onun üzerinden hiç çekmemiş, adeta babası olmuştu.

Şuan da böyle bilinirlerdi.

Tüm Yunanistan onun insan olduğunu ve tanrıyla hiçbir biyolojik bağının bulunmadığını bilse de saygıda kusur etmezdi. O baş tanrının kendi isteğiyle seçtiği tek evlattı. Diğer tüm tanrıların sevdiği tek insan. Doksan insan yılıdır onlarla birlikte yaşıyor ve hepsinden bir şeyler kapıyordu. Yunanistan'ın en seçkin bekarı olmasının birkaç sebebi daha vardı tabi. Kimileri sesinin gün batımında okunan bir ilahi gibi olduğunu, kimileri yeşil gözlerinin en hırçın ağaçlardan bile daha canlı durduğunu, kimi ne kadar iyi dövüşüp ne kadar iyi yönettiğini över dururdu. Onun hakkında bir sürü dedikodu vardı, hepsi iyiydi ve hepsi doğruydu.

O,kusursuzdu.

Yere sarkan siyah pelerini ile büyük salona girdiğinde melezin içine su serpildi. Hemen nişanlısının ne ara ayrıldığını anlamadığı masadan kalkıp yanına gitti.

"Her şey tamam mı?"

Sakin sesi beynine ulaşır ulaşmaz sarhoş olmaya başlamıştı bile. Zeus aşkına bu adamın nesi vardı? Kafasını aşağı yukarı salladı ve hizmetkârlardan birinden ona ve kendine şarap kaptı. Tek dikişte bitmişti bile.

Kapılar yavaş yavaş açılırken geleneği gerçekleştirip diger on bir meleze gövde gösterisi yapmaya gidecekti ki onun bulunduğu yerden kımıldamadığını gördü. Omuzlarını silkip birkaç adım attı ama hafifçe sendeledi. Sırtında hissettiğini gözlerle aniden geri döndüğünde hala orda durup kendini dikizlediğini gördü. Dudağının kenarında kalan ve yavaş yavaş çenesine akan şarabı tek hamlede kabaca sildi ve dayanamayıp o yeşil gözlerin sahibine seslendi.

"Will, gelmiyor musun?"

Adam başını hayır anlamında sallayıp odasına doğru yola çıktı. Aynı şeyi doksan kere yaşamış ve bu rekabetin asla iyi yerlere gitmediğini doksan kere görmüştü. Yine de bir doksan kere daha göreceğinden emindi çünkü hem insanlar değişmezdi, hem ölümsüz sayılabilecek bir ölümlü haline gelmişti, hem de Olimpos'tan ayrılmaya hiç niyeti yoktu.






















The Princess Of The Hell    *Yunan Mitolojisi* Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin