*34*

4.3K 217 55
                                    

Not: Önceki bölüm ile aynı zamanda geçmektedir. Uzun süre önce attığımdan neler olduğunu hatırlamıyorsanız 33'ü okumanızı öneririm. Umarım beğenirsiniz.







~Sofi~

"Sakin falan olamıyorum!"

"Ama zorundasın! Şimdi çeneni kapat ve deli gibi gezinmeyi kes."

Zor da olsa dediğimi yapıp söylene söylene yatağımın ucuna oturduğunda, o kadar sinirliydi ki elleri dokunurken içimin titrediği yumuşak saçlarına dalıp tüm kinini onlardan çıkardığında, birkaç telin avcunun içinde kaldığını görmüştüm.

Hemen yaslandığım duvardan ayrılıp yanına oturdum ve ne kadar üzülsem de, acımadan kopardığı saç tellerini elinden alıp banyodaki çöpe adımladım. Saçını çekmesi çok ciddi bir şey sayılmasa bile benim yüzümüzden kendine en ufak bir zarar vermesi, istediğim son şey bile değildi. Bu yüzden vakit kaybetmeden yanına döndüm ama onu bıraktığım pozisyonda buldum.

"Luke.."

Cevap vermedi, hatta yüzüme bile bakmadı.

"Luke.."

Bu sefer daha sert bir ses tonuyla şansımı tekrar denediğimde ise değişen bir şey olmamıştı. Onu kendi haline bıraksam tüm geceyi suskun geçireceğimizi biliyordum. Bıkkınca nefes verdim ve yavaş adımlarla ona doğru yaklaştım.

Başı hafif yere eğikti ve dirseklerini dizlerine koymuş, başını ovuyor, gözlerini neredeyse yuvalarından  çıkaracak kadar zorluyordu. Ona birkaç adım kala durdum ve yatağın ucuna, bacaklarının arasındaki boşluğa çöktüğümde, yüzlerimiz arasında kısa mesafe nefes alış verişlerinin ne kadar derin ve hızlı olduğunu duymamı sağlıyordu. Ses çıkarmadan kükreyen bir aslan gibiydi ve onu sakinleştirmek ne yazık ki benim görevimdi. Adeta bir bebeğe dokunur gibi nazikçe ellerini tuttum ve yavaşça onları aşağı, kendime doğru çektim.

Yüzü açıldığı için nefesinden de belli sinirli ifadesi görüş açıma girdiğinde, kulübenin içindeki sıcaktan onun da nasibini aldığını görmüştüm. Alnında birikmiş boncuk boncuk terler, rahatsız edici olmalıydı. Ben de minik bebeğime bakmaya devam etmek için emekleyerek gardroba gittim ve elime geçen rastgele bir şeyi kaptım. Kalkıp tekrar eğilmeye üşendiğimden yine emekleyerek yanına döndüğümde dizlerimi zorlamıştım ama bu salak halim sayesinde sinirinin biraz geçtiği her halinden belliydi. Aklını dağıttığım için zaferle gülümsedim ve elimdeki kıyafet ile alnındaki terleri sildim. Ona aşağıdan bakarken bile beğendiğim güzel yüzü, saniyeler geçtikçe aydınlanıyordu.

"İyi misin?"

Sorumu, başını onaylar şekilde sallayarak cevapladığında, sonunda yerden kalkma vaktim geldiği için seviniyordum. Elimdeki terli kıyafeti odanın uzak bir köşesine fırlattım ve ayağa kalkıp uyuşan bacaklarımı birkaç hareketle kendine getirdikten sonra, yanına oturdum.

Onu bu kadar sinirlendiren şey, komiktir ki hayat hikayemdi.

Güneş batana kadar uçurum kenarında kalmıştık ve bana orada kaldığımız kısa süre boyunca, yokluğumda yaşanılan şeyleri anlatmıştı. Bana bir ömür gibi gelen o günlerde kampta müdahalemi gerektiren pek bir şey olmamıştı. Ölüler gömülmüş, zarar gören yerlerin tadilatı yapılmış, yaralılar sayesinde dolan revir anca boşalmıştı. Kamp, tıpkı olması gerektiği gibi birlik halindeydi. Annabeth bile gıcıklığı bırakıp yokluğumda liderliği elinde tutan Luke'a çok kez yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sormuştu. Ondan böylesine düşünceli bir hareketi beklemiyordum hatta tavrı hakkındaki tahminlerim tam tersiydi.

The Princess Of The Hell    *Yunan Mitolojisi* Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin