Savaşacaktık.
Su Perisi'nden bilgi alalı 2 saat olmuştu. Birlikleri sadece nöbet tutmak üzere görevlendirmiştik ve kampın yarısından fazlası merkezdeydi.
Temsilcilerle tekrar aynı büyük odada oturmuş ve demokrasinin konuşmasına izin vermiştik. Ağacı kurtarma ihtimalim olduğunu bilmedikleri için oylar büyük çoğunlukla savaşmaya kullanılmıştı. Benim tercihim de bu olduğundan, hava hoştu.
Periler tabiki de savaşa katılmamışlardı ama onların yerine birkaç denizkızı ve pegasus dahil etmiştik. Kazanma ihtimalimiz hala düşüktü ama denemek zorundaydık.
Klasik bir meydan savaşı olacaktı. Ordunun tek bir yerden ve aynı anda saldıracağını bildiğimizden biz de öyle yapacaktık. Canavarlar çok düşünmezlerdi. Arkalarından saldırsak bile tamamen kas gücünden ibaret oldukları için aynı yola çıkıyorduk.
Durumlarını görüp iyice karamsarlığa kapılmamak için gönüllü melezleri eğitmek üzere Clarisse, Annabeth , Emma ve Hayden'ı göndermiştim. Zaten onlar ve Percy dışında tanıdığım herkes kendini eğlenceye vurmuştu. Bunun bir intihar görevi olduğunu düşünüyorlardı ve haklılık payları vardı.
Percy ise belki canavarları yavaşlatma imkanı vardır diye Poseidon ağacının yanına gitmişti.
Enine boyuna düşünsem bile kararımla ilgili hala tereddütlerim vardı. İçimde bir kısım sonuna kadar destek olurken bir kısım kendimden nefret etmemi sağlıyordu.
Ama ben, bencilliği seçmiştim.
Tüm hayatım boyunca cehennemdeyken kimse yanımda değildi, onlara borcum yoktu. Diğer yandan onlar masumdu ve benden haberleri bile yoktu. Sadece ebeveynlerine duyduğum nefret gözümü boyarsa, yıllar önce annemden nefret edip beni kurban eden tanrılardan ne farkım kalırdı?
Oturduğum yerden kalkmadan biraz uzağımdaki taşa uzandım ve göle fırlattım. Darbeyle su üzerinde oluşan dalgaları izlemek, terapi gibiydi.
O anda cevabımı bulmuştum.
Benim varlığını unuttuğum bir rehberim, annem vardı.
Hızla kulübemden ayrıldım ve kitabı verdiğim Dionisos melezini aramaya koyuldum. Hangi büyüyü yapmam gerektiğini biliyordum ve o kitabı zaten anneme ulaşmak istersem yardımcı olsun diye getirmiştim. Odaya daldığımda 2 saat öncesinin aksine, görünürde kimse yoktu.
Onlar da pes etmişti.
Belki kitap buradadır diye çekmeceleri, rafları, masaların altını ve üstünü aradım ve sonunda, deri bordo kapağı görüş açıma girdiğinde zaferle sırıttım. Üstü antik sembollerle doluydu ve biraz satanistik ifadelere benziyordu ama aralarında bir uçurum vardı. Persephone'nin anlattığına göre eskiden sırf kapağı yüzünden onu eline almayacak bağnazlıkta insanlar varmış. Tabi bu kendi kayıplarıymış çünkü çok özel ve güçlü büyüler içeriyormuş. O bunu söyledikten sonra kitabı incelemiş ve ona hak vermiştim.
Buraya kadar gelmişken revire bir kere daha uğrama kararı aldım ve Luke'un yanına adımladım. Tekrar aynı sandalyeye oturup kitabı yatağının ucuna koydum ve elini tuttum. Şifacı melezler hayati bir tehlikesinin olmadığını söylemişlerdi ama uyanmıyordu işte. İçimdeki suçluluk biraz azalsa da hala gitmemişti. Savunmasız durumdaydı ve sırf onu korumak için bile savaşmam gerekti.
Yanında çok kalmadan kulübeme geri döndüm. Yolda büyü için ihtiyacım olan malzemeleri toplamıştım ve ana malzeme kanım olduğundan kısa sürmüştü.
Yemekhaneden aşırdığım geniş cam kaseyi odamın zeminine koydum. Kozalakları topladığım halde, defne yapraklarını yakarak içine koydum ve bir damla da Nectar döküp kabaca karıştırdım. Tebeşirle zemine, beni cehennemdeki odama götürecek sembolleri çizdim ve elime hançerimi aldım. Söylemem gereken sözleri söylerken hançerle avcumun içini kestim. Bir süre kanımın kasenin ortasına akışını izledim, hançeri yere fırlattım ve parmağımı karışıma daldırıp göz kapaklarımın üstüne sürdüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Princess Of The Hell *Yunan Mitolojisi*
FanfictionBen Sofi. Yeraltının prensesi, Hades'in kızıyım. Yani bir zamanlar öyleydim. Kimi kandırıyorum ki Hiç olmadım. Ben Sofi. Gökyüzünün prensesi, Zeus'un kızıyım. Yani öyle olmam gerekiyordu. Kimi kandırıyorum ki Hiç olamayacağım. Fantastik #1 Yunanmi...