Altın, mermer ve bronzdan oluşan tahtların üstü, boştu. Ortadaki ateş hala yanıyordu ama meclis günü geldiğim taht odasından biraz farklıydı. Her şey daha parlak ve canlıydı. Eşyaların aksine Olimpos o kadar sessizdi ki Will'in böyle bir anı nasıl yakaladığını düşündüm.
Bana yalnız olmayacağımı söylemişti ama aldığım nefesin sesini duyacak kadar yalnızdım. Etrafı keşfe çıkacağım sırada adım atar atmaz kendimi yerde bulmuştum. Düştüğüm yerden üstüme bakınca küçük dilimi yutabilirdim. Dikkatlice ayağa kalktım ve elbisenin eteklerini kaldırarak yavaş adımlarla ayna aramaya başladım. Taht odasını geride bırakmış, diğer odaları geziyordum.
Sonunda bir tane bulduğumda karşısına geçtim ve kendimi incelemeye başladım. Hera'da gördüğüm gibi beyaz tül bir elbisem vardı. Düz saçlarım düzenli bir topuz yapılmış, altın tokalarla tutturulmuştu. Etekleri kaldırıp baktığımda ayaklarımdaki altın sandaletlerle karşılaşmıştım. Tüm bunlar yetmezmiş gibi her çeşit takı, üstümde mevcuttu.
"Seni bu şekilde görebildiğime inanamıyorum."
Hızla başımı kaldırdığımda aynadan göz göze geldik.
"Sonunda gelebildin."
Gülümseyip bana yaklaştı. Ellerini belime koyduğunda tek istediğim anın büyüsüne kapılıp buraya geliş amacımı unutmamaktı ama işimi hiç kolaylaştırmıyordu. Saçlarımın toplu oluşundan açıkta kalan boynuma yaklaştı. Her hareketini aynadan izliyordum. Gözlerini kapattı ve konuşurken nefesini boynumda hissetmemle, vücudum titredi.
"Hayal ettiğimden çok daha güzel olmuşsun."
Dudaklarını yavaşça boynuma bastırdığında gözlerimi kapatıp ellerimi belimdeki ellerinin üstüne koydum. Nefesini tenimde hissetmek hiç iyi olmadığından kafamı geri attım ve onun vücuduna yasladım.
"Beni böyle mi hayal ediyorsun?"
Will kısa kısa öptüğü boynumdan kafasını kaldırdı beni tutuşunu sertleştirdi. Bu sefer nefesinin hedefi ise, kulaklarımdı.
"Seni çok daha farklı hallerde hayal ettiğim de olmuştu."
Fısıldayarak konuşması dizlerimin bağının çözülmesini sağlasa da kendime gelmeye çalıştım. Başımı kaldırdım ve aynadan yüzüne baktım.
"Sen, çok kötüsün."
Beni buraya gerçekleri söyleme bahanesiyle getirip oyaladığı için böyle söylediğimi biliyordu. Yüzüne yine o munzur sırıtış yerleştiğinde, ellerimle ellerini kavradım ve onunla aramızdaki fiziksel teması sonlandırıp sırtımı aynaya döndüm. Kollarımı göğsümde birleştirdim ve tek kaşımı kaldırıp 'başla artık' der gibi baktım.
"Hoşuna gitmediğini söyleme."
Tam itiraz etmek için ağzımı açmıştım ki ellerini başının iki yanına kaldırıp beni engelledi.
"Tamam, tamam haklısın. Artık kesin olarak kaçamam sanırım"
Beni aynanın önünde bırakıp odada bulunan geniş yatağa doğru gitti. Ucuna oturdu ve dirseklerini dizlerine koyup elleriyle oynamaya başladı. İçimdeki her an yükselen merak, ayaklarıma ben daha ne olduğunu anlamadan emir verdi ve kendimi onun yanında otururken buldum.
"Zeus o tarlada beni bulup yanına almak istediğinde, tabiki onun bir tanrı olduğundan habersizdim. Buraya gelip tüm gerçekleri öğrendiğimde ise, beni istediği gibi yönlendirmesine izin vermiştim. Ares'ten savaşmayı öğrendim. Apollon'dan sanatı, Athena'dan zekayı, Afrodit'ten dış görünüşün çok tehlikeli bir silah olabileceğini, Artemis'ten birliği, Poseidon'dan merhameti, Demeter'den doğayı, Hermes'ten çevikliği, Zeus'tan adaleti öğrendim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Princess Of The Hell *Yunan Mitolojisi*
FanfictionBen Sofi. Yeraltının prensesi, Hades'in kızıyım. Yani bir zamanlar öyleydim. Kimi kandırıyorum ki Hiç olmadım. Ben Sofi. Gökyüzünün prensesi, Zeus'un kızıyım. Yani öyle olmam gerekiyordu. Kimi kandırıyorum ki Hiç olamayacağım. Fantastik #1 Yunanmi...