Gözlerim kendiliğinden açıldı. Uykumu almış olmanın rahatlığıyla yatakta gerindim ama içimde bir huzursuzluk vardı. Odamda ses yoktu, veranda kapısı kapalıydı, perdem çekikti ve gözüme güneş girmemişti.
Tabi sabah olduysa.
Saate baktım ve uzun çubuğun on iki, kısa olanın onda olduğunu gördüm. Saatin geç olduğunu çakmıştım ama hafiften yükselen heyecanı görmezden geliyordum. Kimse beni uyandırmaya gelmediğine göre bir şeye geç kalmış olma ihtimalim yoktur demi?
Salak düşüncelerimi kenara ittim ve kendime kimsenin beni uyandırmaya gelmek zorunda olmadığını hatırlattım. Yataktan fırladım ve pantolon ile uyumuş olmama şükrettim. Aynada hızla saçımı düzelttim ve kulübeden çıktım.
Arana arana Luke'un dün beni getirdiği toplanma yerini bulduğumda, aklım dün gecedeydi. Minik konuşmamızdan sonra tek bir kelime daha edilmemiş, ben çocuğun yanında uyuyakalmıştım. Bilincim tam kapanmadan beni taşıyarak odama götürdüğünü ve yatağıma yatırdığını hatırlıyorum ama yemeklere ve çarşafa ne olduğu meçhuldü.
Karşıdan şakalaşarak gelen iki melezi görünce anılardan sıyrıldım ve yanlarına gittim. Beni görünce neden şaşırdıklarını anlamasam da daha önemli sorunlarım vardı.
"Herkes nerede?"
Çocuklar kısa süre bakıştılar ve gereksiz derece telaşlı davranıyorlardı. Sorumu sabır dilercesine nefes alarak tekrarladım.
"Bıçak fırlatma turnuvasındalar"
Diğerinden daha uzun çocuk sonunda cevapladı.
"Nerede?"
Eliyle bir yeri işaret ederken çocuğun göğsüne yapışıp onu itelemeye başladım.
"Götür beni. Hemen!"
Tırsa tırsa önümden giderken diğer çocuğun çoktan sıvıştığını gördüm ve sırtından hafifçe ittim.
"Daha hızlı."
Adımlarını hemen hızlandırdı. Koşmanın bir adım altında gidiyorduk derken melezler ve sentor, görüş alanıma girdi. Çocuğu geldiğimiz yöne doğru itip hiçbir şey demeden kalabalığa doğru yol aldım. Uzun kuyruğun bitişindeki son melez atış yapılan tahtadan indi ve dünkü gibi skor tutan periler ellerindeki tahtaya bir şey karalamaya başladılar.
Tam kağıdı Kheiron'a veriyorlardı ki öne çıkıp bağırdım."Durun!"
Üstüme dönen gözlerin hapsinde atış yapılan yere yürüdüm. Bu çok kilişeydi ama olmuştu işte. Dalga geçer bir surat ifadesiyle sentora baktım.
"Beni nasıl unutursun?"
Alay içeren ses tonuma gülerek cevap verdi ve başıyla bıçakları gösterdi. At artık da gidelimin sessiz versiyonuydu, ben de hemen alanı inceledim. Ok sahası gibiydi ama onun aksine hedefler ağaçlarda asılı değildi. İnsan maketleri, ağaçlar ve çalılarda duruyorlardı ve dünün aksine yedi tane değillerdi en az on, onbeş tane vardı. Bıçakları elime aldım ve sağa sola döndürdüm. Yamuklardı, yani bıçak düzdü ama attığım an sağa doğru kayacaktı. İlaveten keskin değildi ve hedefte takılı kalsın istiyorsam sert atmalıydım.
"Unutmadan Sofi, orada yirmi hedef ve onları vurmak için otuz saniyen var. Bol şans"
Ona saol ya dermiş gibi baktım ve iki bıçağı elime aldım.
"Süreyi başlatırken haber ver"
Kheiron başını yukarı aşağı salladı.
"Son üç, iki , bir ve başla!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Princess Of The Hell *Yunan Mitolojisi*
FanfictionBen Sofi. Yeraltının prensesi, Hades'in kızıyım. Yani bir zamanlar öyleydim. Kimi kandırıyorum ki Hiç olmadım. Ben Sofi. Gökyüzünün prensesi, Zeus'un kızıyım. Yani öyle olmam gerekiyordu. Kimi kandırıyorum ki Hiç olamayacağım. Fantastik #1 Yunanmi...