0.3 // Kıskanç

392 52 116
                                        

Uyanır uyanmaz aklıma gelen ilk şeyin Dean olması ne garip değil mi? Gerçi ne zaman aklımdan çıktı ki? Biliyorum bu size saçma geliyor, ama inanın ben de bu durumu garip buluyorum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Uyanır uyanmaz aklıma gelen ilk şeyin Dean olması ne garip değil mi? Gerçi ne zaman aklımdan çıktı ki? Biliyorum bu size saçma geliyor, ama inanın ben de bu durumu garip buluyorum. Yani daha iki kere gördüğüm birini aklımdan çıkartamamak? Hiç normal değil.

Lavaboda işlerimi bitip aşağı indiğimde Balthazar mutfak sandalyesine oturmuş, kafasını masaya koymuş uyuyordu. Kıkırdayarak onun kulağının dibine gittim ve "Kaptan! Gemi batıyor!" diye bağırdım. Balthazar aniden uyanırken gülmeye başladım.

Ağabeyim bana sinirle bakarak "Pislik." dedi ve ekledi. "Kahvaltıya kalacak mısın?" Başımı iki yana salladım. Bugün kulaklığımı alacak ve okula yürüyerek gidecektim. Hem biraz ortalığı keşfetmiş olurdum.

"Cık. Bugün erken çıkacağım. Okulda yerim bir şeyler." Balthazar tek kaşını kaldırdıktan sonra "İyi. Aç kalma da. Ne yersen ye. Sona babamız kızıyor." dedi.

"Tamam. Görüşürüz. Bay bay." dedim ve askıdaki dün akşam yıkanmış olan trençkotumu sırtıma alarak çantamı da sırtıma taktım ve kulaklığımı telefonuma takarak müziği açtım.

Müzik zevkim biraz karışıktı. Rock, pop, özellikle Bon Jovi ve Beatles. Belki ara sıra Kansas. Ah bir de Elvis var tabi ki de. En beğendiğim şarkıcılardan.

Sevdiğim müzikler kulağıma dolup yollar ayaklarımın altında kayarken Lawrence'ın aslında o kadar da köyü olmadığını düşündüm. Tabi bir Londra değildi ama... güzel bir yerdi.

Ben hala yolda ilerleyip Twist and Shout'u dinlerken yanımdan gelen korna sesiyle kulaklığımı çıkartıp yanımdaki arabaya baktım. Görüp görebileceğim en güzel araba buydu sanırım. Simsiyah bir Chevrolet, hem de İmpala, hem de 67 yılı! Arabanın camı açıldığında önce gamzeli gülüşüyle Sam'i sonra da Dean'i gördüm.

Sam "Castiel. Biz de okula gidiyorduk. Seni de bırakmamızı ister misin?" diyince Dean'e baktım. Biraz tedirgin gibiydi. Ama teklifi reddetmek kabalık gibi gözükeceğinden olur anlamında başımı salladım ve gülümsedim. Ardından arka koltuğa geçerek oturdum.

Yola devam ederken Sam "Castiel. Dün ağabeyim senin hakkında..." derken araya giren Dean'in öksürüğü onu böldü ama Sam ağabeyi susunca devam etti. "Dün ağabeyim senin hakkında bir şey okumuş. Ben de diyordum bu isim nereden tanıdık diye. Sen şu Gönüllü LGBT Avukatları'ndansın değil mi?"

Dean rahat bir nefes verirken gülümseyerek başımı salladım ve "Evet. Londra'daki şubeye kayıtlıydım ama buraya taşınınca tabi her şey orada kaldı." dedim.

Sam "Evet. Hayranların falan da varmış. Onlar da orada kaldı." dedikten sonra, önce ağabeyine sonra da bana dönerek "Ama eminim burada da sana hayran olacak bir sürü kişi vardır." dedi.

Dean Sam'i omzundan tutarak önüne döndürdü ve sinirini saklamaya çalıştığı yapmacık gülümsemesiyle "Bugün ne boş konuşuyorsun Sam? Sıkma Cas'i." dedi. Dean'in son sözüyle başımı hafifçe yana eğdim. "Cas mi?"

Dean dikiz aynasından bana bakarak "Evet? Yani istemezsen kullanmam tabi ama Castiel biraz uzun bir isim." dedi ve yola geri döndü. Dudaklarımı büzdükten sonra "Sorun değil. Sadece... daha önce kimse bana Cas dememişti de." dedim ve gülerek ekledim. "Ayrıca sen Castiel'i uzun buluyorsun ya. Tam adımı duyana kadar bekle."

Dean gülümseyerek merakla kaşlarını çattı ve "Neymiş?" dedi. "Castiello." dedim gülerek. Dean "Ooo. Sanırım ben Cas'i tercih edeceğim." dedi.

Bana Cas diye hitap etmesi... Nasıl desem? Sevimliydi. Lucifer'in, Balthazar'ın ve Gabriel'ın dalga geçmek için Cassie demesinden daha iyiydi.

Okula vardığımızda arabadan inip çantamı sırtıma aldım. Sam arabadan iner inmez bize görüşürüz dedi ve adeta depar atarak okula gitti. Ben de  Dean'le beraber okula doğru yavaşça yürümeye başladım.

Çoğu kişinin bakışlarının üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Nedeni ise... açıkçası nedenini bilmiyordum. Dean'e dönerek "Hey. Herkes bize bakıyor, nedenini biliyor musun?" dedim.

Dean etrafa sert bakışlar atmakla meşguldü. Bana dönerek "Birkaç teorim var ama boşver. Benim bir yere uğramam lazım. Sınıfta konuşuruz olur mu?" diyince başımı olumlu anlamda salladım.

Dean omzuma bir kere vurduktan sonra okulun bahçesindeki ağaçlık alanın orada duran küçük kalabalığa yöneldi. Ben de omzumu silkerek sınıfa çıktım.

Dean ve Sam'le arkadaş olmak iyiydi yani hiç arkadaşım olmamasından iyidir. Hem her öğle arasında kardeşlerimle takılamam ya onların da bir hayatı var.

Sırama oturarak çantamdan en sevdiğim kitap olan Kayıp Prens'i çıkardım. Kaldığım yerden okumaya devam ederken yanımdaki hareketlilikle dikkatım dağıldı ve sağıma döndüm.

Kahverengi dalgalı saçları olan bir kız yanıma oturmuş bana bakıyordu. Gerçi benden ziyade merakla kitabıma bakıyordu. "Umm, selam?" dedim kıza hitaben. Kız transtan çıkmış gibi irkilerek bana baktı ve "Selam." dedi. Ardından elini uzatarak "Ben Meg." dedi. Elini sıkarak "Castiel." dedim.

Kız gülümsedi ve kitabı işaret ederek "Bu... bu düşündüğüm kitap değil mi?" dedi. "Arcsionia Kayıp Prens?" Hevesle başımı salladım. Okuduğum kitapları okuyan insanlara bayılırdım.

Meg alt dudağını ısırarak "İnanamıyorum ya! Ben her yerde aradım ama bulamadım. En sonunda Londra'dan falan sipariş edecektim. Nasıl bir kitap?" diyince güldüm. Benim de bu kitabı bulmam zor olmuştu, basımı azdı çünkü. "Spoil vermemi ister misin?"

Meg bir süre düşündükten sonra omzunu silkip başını olumlu anlamda salladı. Gülümseyerek "Sevgili yazarımız bu sefer kendini aşmış. Hiela'nın bir oğlu var!" dedim ve tepkisine baktım.

Meg'in gözleri anında büyümüştü, iki eliyle bir karış açılan ağzını kapattı. "Ciddi olamazsın! Kaya'yla olan savaştan sonra bir oğulları mı olmuş?!" Başımı hızla salladım ve anlatmaya devam ettim. "Ama kitap bunun 17 yıl sonrasını anlatıyor. Yani Hiela ve Aries'ın oğlu 17 yaşında."

Meg gülümseyerek beni dinlerken yanımızdan gelen sert sesle sesin kaynağına baktım. Dean yanımızda durmuş ikimize bakıyordu. Sinirli miydi?

Sinirli hali bile harika gözüküyordu. Hafifçe çatılmış kaşlarıyla anlamaya çalışan meraklı yeşil gözleri, deri ceketinin içinden çıkardığı elleri ve çilleriyle mükemmeldi.

Kalbimin hızlanmasına engel olamazken "Merhaba Dean." dedim. Dean başını sallamakla yetinirken başıyla Meg'i işaret etti. Ben de elimle Meg'i göstererek "Meg, arkadaşım. O da en sevdiğim kitabı okuyormuş da. Onun hakkında konuşuyorduk." dedi.

Dean kısa bir süre düşündükten sonra "Kayıp Prens mi?" diye sordu. Başımı salladım ve "Sen nereden biliyorsun?" dedim. Lütfen röportajı okumuş olsun, lütfen röportajı okumuş olsun, lütfen röportajı oku-

Dean elimin altındaki kitabı alarak bana tuttu. "Burada yazıyor ya Cas." Ümitlerim anında denize düşerken gülümsemeye çalıştım. "Ah, tabi... şey yazıyor orada."

Dean Meg'e dönerek "Neyse ne, sen kalk oradan orada artık ben oturuyorum." dedi sertçe. Sesinden itiraz kabul etmeyeceği belli oluyordu. Meg bu tonu fark etse de burada oturmakta kararlıydı. "Nedenmiş o? Önce ben oturdum."

Bu sefer ikisi de Castiel'e döndü. Ama Castiel sadece Dean'e bakıyordu. İkisinin de ona baktığını fark edince önce Meg'e sonra da Dean'e baktı. "Yani... ikiniz de bu sırada oturmak istiyorsunuz. Öyle mi?"

İkisi de başını salladı. Castiel ise bir an karar verememişti. Hadi ama bu gayet saçmaydı. İki arkadaşı arasında seçim yapmak? Tamam Dean'i nispeten daha uzun süredir tanıyordu ama Meg de sevimli birine benziyordu.

Ve Castiel, o günden itibaren her karar vermesi gerektiğinde her zaman seçeceği kişiyi seçti. Dean az önce Meg'in oturduğu yerde oturup ona gülümserken çok güzeldi.

İlk ders biyolojiydi ama Castiel bu sefer sıkılmayacağından emindi.

PapatyamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin