•BS• 70

1.7K 70 8
                                    

Y/N: 11 gün aradan sonra herkese merhaba! Belirlediğim bir tarih var o güne kadar elimden geleni yapmaya çalıştım ama günler gelip geçiyor ama ben sanki o günlerin içinde yokmulum gibi. Garip, zor ve saçma bir dönemden geçiyorum ve ne yazık ki bunu söylemek beni yaralıyor ama yazamıyorum. Kelimeler akıp gitmiyor, kesik kesik çıkıyor, yazarken resmen kafamı patlatıyorum. Bu kurguma aşırı değer verdiğimi bilirsiniz ama olmuyor. Eskik, bir şeyler gerçekten çok eksik ya bu hatalarımı telafi ederim ya da tamamen çekilirim bir süre sonra karar vereceğim. Yakında bir not bölüm yayınlayacağım oraya her şeyi yazarım. Şimdi iyi okumalar, yorum yapmayı unutmayın!!
Playist: İrem Candar- Göğe Bakalım.

Bir mayıs ayında anında bastıran yağmur misali kalbimin içinide bir özlem bastırmıştı. Güneşli havaların özlemi mi yoksa giden sevgilinin özlememi bilemedim. Çiçekler açması gereken ruhum kara bulutlar tarafından istila edilmişti. Sanki elimi uzatsam oradaydı ve bir o kadar da uzaktı. Gülüşü, yeni tomurcuklanan bir gül misalı gülümsetiyordu. Bakışları, buz dağının ortasında çırılçıplak kalmışcasına donduruyordu. Bir o kadar yakın ama bir o kadarda uzaktı. Neydi bu? Özlem miydi gerçekten? Sımsıkı kollara duyulan bir ihtiyaç mıydı yoksa? Kalbimin sıkışmasını sağlayan şey neydi? Bakıyor, gülüyor, bazen kızıyor, bazen de saklanan bu şey neydi? Ağlamak istemiyordum ama yanaklarım çoktan ıslanıyordu. Yerli yersiz garip hareketler yapmamı sağlayan şey neydi? Bir çıkmaza girmiştim, yine ve yeniden. Ölüm parmak çıkarındaydı. Eğer ölceksem tam şu an onun kollarında ölmeliydim. Huzurlu ve mutlu bir ölüm olurdu. Solmuş tenimde kimse ölümü fark edemezdi

çünkü onun, sevgilimin kollarında ölü bir beden olacaktım. Kim sevdiğinin kollarında mutsuz ölürdü ki?

Şimdi bana kuşlar fısıldıyordu. İçimde konuşan ve hiç susmayan bir karanlık vardı, o fısıldıyordu. Geçmişim bir şeyler fısıldıyordu. Geleceğim bir şeyler ekliyordu. Kafamda dönüp duran bu fısıltılara bir süre sonra alışmıştım. Şimdi ne gidesim vardı ne de oturup bekleyesim.

Hayata farklı şekillerde dünyaya gelmiş ama kader bu ki bizi bir noktada kesiştirdi. Bir bilinen mi vardı bu işin içinde yoksa insanlar kendi kaderlerini kendileri mi seçerlerdi? Bir mucize miydik yoksa sıradan bir şey mi?

Yorgundum ama değil gibiydim. Şimdi koşmak istiyordum, öyle bir koşmak ki sanki hiç yorulmayacakmışım gibi ama bir adım dahi atacak bir nedenim yoktu.

Şimdi öylece gelmiş geçmiş anılarıma mı üzülmeliydim yoksa gelecek anılarımın onsuz olmasına mı?

Bugün içimde tuhaf bir boşluk vardı. Hiçkimsenin dolduramayacaği bir boşlk. Aslında bu boşluk annemin ölümüyle başlamıştı. Ama şimdiler de o boşluk ara ara kendini belli edercesine sızlıyordu. Birileri vardı, birileri yoktu. Birileri yanımda olurken birileri daima arkamdan kuyumu kazıyordu. Tüm bu olan şeyler benim müdahalem olmadan gerçekleşiyordu.

Kapı çalıyordu, zihnimde değil gerçekte çalıyordu. Kurulmuş bir robot gibi ayağa kalktım ve kapıya doğru ilerledim. Açtığım şaşırdığımı engelleyemedim ve küçük bir sevinç çığlıyla Onur'un üzerine atladım. "Uzun zaman oldu!" diye bir yandan söyleniyordum. Birbirimizden ayrıldığımızda eve baktı uzun uzun. "Garip değil mi?"

"Evet, çok garip. Bu evde Şenay dönemlerini biliyorum, Ömer için yanıp tutuştuğun dönemleri biliyorum, Ömer'in bırakıp gittiği dönemi biliyorum. Aslında üzerinden çok geçmedi ama çok geçmiş gibi de..." dediğinde başımı salladım.

"Sanki hiçbirini ben değil de bir başkası yaşamış gibi hissediyorum."

"Geldi ve geçti," diyerek kolumdan kavradı ve benide peşinde süürkleyerek içeri girdi. İçeriye de uzun uzun baktığında hüzünlendim.

"Garip ya..." diye tekrarladım. Geçmişten kopup gelen biri gibiydi onur.

"Neden herkesten ve her şeyden kendini geri çektin İrem?" diye bana soru sorduğunda salonun ortasında dikelmiş duruyorduk. Bir an boğazım düğümlendi ve öylece baktım. "Pınar'la küstün, benimle arana mesafe koydun şimdi de Ömer'i istemiyormuşsun," dediğinde dudağımı dişledim.

"Seninle arama mesafe koymadım."

"Tamam, hadi bunu geç, benimle zaten arana mesafe koyamazsın, buna izin vermem de Pınar ne yaptı ya da Ömer? Herkes senin için çırpınıyor ama sen hep engel koyuyorsun."

"Biliyorum ama..." sessiz kalmak zorunda kaldım. Onur bana tek kaşını kaldırmış bir şekilde bakıyordu. Yanından geçip koltuğa oturmak için yöneldiğimde kolumdan tuttu ve buna izin vermedi.

"Konuşacağız ve kaçamazsın," dedi. Sinirli bir şekilde. "Biz kaç senedir arkadaşız?" diye sordu.

Dudağımı dişlemeye devam ederek, "on iki yılı geçmek üzere," sesim kısık cevaplar veriyordum.

"Biz küçüklükten beri birbirimizden hiçbir şeyden saklamadan büyüdük. Birbirimize sığındık. Kimse yokken biz vardık."

"Hayır!" diye bağırdım. "Hayır, sizin yanınızda daima aileniz de vardı. Her gün eve gittiğinde kapıyı annen açmadı mı? Her sorununu bir şekilde annen halletmedi mi?" diye bağırdım, "ama benim yanımda kimse yoktu. Okul cehennemi bitiyordu bir de evde üvey anne cehennemim başlıyordu. Siz rahat rahat evinize giderken ben diken üzerinde gidiyordum. Aynı kulvarda yarışmıyoruz Onur. Aşk acısı anne acısına benzemiyor. Yanımda değildiniz sadece yanımdaymışssınız gibiydi," dediğimde bana hala çatık kaşlarıyla bakıyordu.

"Ben böyle düşündüğünü tahmin etmemiştim," dediğinde gözlerimi devirdim.

"Bana mağdur arkadaş rolü yapma. Varlığınız vardı ama sanki bu evde olan şeyleri siz yaşamışsınız gibi davranıyorsunuz, bana yapmacık geliyor. Bütün gece o karanlım odada yerde uyuyan benim ama ertesin gün boş ver İrem üzülme diye teselli etmek benim yanımda olduğunuz anlamına gelmiyor," dediğimde yüzüme kırık ve üzgün bakıyordu. Bu sefer yanından geçerek kendimi koltuğa attım. Onur'da yanıma oturduğunda beni kendine çekti ve başıma bir öpücük kondurdu.

"Biliyorum çok çok günler yaşadın, yanında olamasam da sadece olmak için çabaladığımı bil," diye fısıldadı. Sadece başımı salladım...

Buz Parçaları 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin