•BP• 40 ♣️İkinci Çeyrek

2.3K 85 4
                                    

Eve girdiğimde fazla sessizdi ve saat epey geç olmuştu. Ömer'in olup olmadığına göz attım ama gözükmüyordu. Beni hiç merak etmemiş olması bir an sinirlerimi bozdu. Botlarımı çıkararak bir kenara fırlattım ve üzerimdeki ağırlıklardan da kurtuldum. Salonu geçmek üzere merdivenlere doğru yöneldiğim sırada salondaki masa lambası açıldı ve ışık Ömer'in yüzüne vurdu. Korkuyla sıçradım.

"Neredeydin?" diye bağırdığında bir kez daha korktum.

"Sana ne!" Tek kaşım havaya kalktı, savunma mekanizmam devreye girdi ve beynim sinyal vermeye başladı. O senin gitmeni engellemedi, diye fısıldıyordu iç sesim.

"İrem beni delirtme, bu saate kadar neredeydin? Bak beni gerçekten katil yapacaksın," dediğinde saçlarımı geriye savurdum. Şu an içinde bulunduğum durumu şaşkınlıkla izliyordum ama farklı bir yanım devreye girmişti.

"Ben bu kapıdan istediğim zaman, istediğim vakitte çıkıp giderim, kimseye hesap vermem," dediğimde yerinden yavaşça kalktı ve bana doğru yaklaştı. Çenesinin gerginliğinden ne kadar sinirli olduğunu anlayabilmiştim. Bir adım geriledim.

Kolumu sımsıkı tutarak durdurdu. Titremeye başladığımda ona yalvaran gözlerle baktım. Canımı acıtsın istemiyordum. Ömer'den de şiddet görmek istemiyordum. Kendimi birinin yanında güvenli hissetmek istiyordum.

"Benden kaçma."

Yüzü bir anda gevşedi. Bir anda bütün yelkenleri suya indirmiş gibi bana baktı.

"Kaçmıyorum ki."

"Görüyorum İrem, benden korkuyorsun, yanına yaklaştığımda titremeye başlıyorsun. Korkma benden miniğim," dediğinde gözlerim sımsıkı kapandı.

"Ömer senden beni sevmeni beklemiyorum, bana şefkat gösterme, bana bakma, bunların hiçbirini yapmak zorunda değilsin ama beni ne olursa olsun yanından ayırma. Beni bırakma." Çenem titremeye başladığında yine ağlayacağımı düşünerek kendime kızdım.

"Seni seviyorum."

Kalp atışlarım yükseldi. Vücuduma daha fazla kan pompalanmaya başladı. Yüzüm kırmızıdan mora döndü. Nefes almayı birkaç saniyeliğine bıraktım. Bu iki kelime birçok güzel şeye sebep olabiliyordu. Yüzüme yayılan gülümseme ne kadar da mutlu olduğumu belli ediyordu. Büyük avuçlarını yanaklarıma koyarak sıktı.

"Sana zarar verilmesini istemiyorum. Sana kimsenin bakmasını istemiyorum. Sana kimsenin yardım etmesini istemiyorum. Sen sadece benimsin. Bana aitsin."

Saatlerce böyle kalabilirdim. Sesi, ruhumu arındıran bir müzik gibiydi. Ömer'e karşı sevgim o kadar büyüktü ki içimde kendini asmış olan küçük kız çocuğunu yeniden hayata döndürebilirdi. Sevgiye aç bir kızın en çok muhtaç olduğu şeyle besliyordu beni.

Büyülü mavi, derin bakan gözlerini izledim uzun uzun. Bu sevgi patlaması sonucunda tepkimin bu kadar sakin olması normal bir durum değildi. İçimden sırıtmak, sevinç nidaları atmak ve dans etmek geliyordu. Ellerimi Ömer'in ellerine koydum ve sıktım.

"Bende seni seviyorum."

"Şimdi bana söz ver, başka bir erkeğe sarılmayacaksın."

Başımı tamam anlamında salladım. Yeniden Ömer'e sığınmıştım. Yeniden onun kolları altındaydım. Kendimi yine güvende hissediyordum.

"Bu kadar sevgi gösterisi yeter. Aç mısın?"

Cevabımı beklemeden elimden tutup beni mutfağa doğru sürükledi. Dolaptan kahvaltılık şeyler çıkardı, ekmeğin arasına domatesleri düzgün bir bıçak darbesiyle kesti ve yerleştirdi. Elinin hareketini izledim. Domatesleri düzgün kesişini izledim, büyük bir ciddiyetle yapışı, beni önemseyişi hoşuma gitti ve kıkırdadım. Birkaç saniyeliğine bana bakarak salatalıkları doğramaya başladı.

"Bu kadar güzel yemek yapmasını nereden öğrendin?"

Ellerimle masada ritim tutmaya başladım.

"Annem çok güzel yemek yapar, onu izlerdim hep."

Küçük Ömer. Bu düşünce daha da kıkırdamama sebep oldu. Yaramazlık yapan, ortalıklarda koşuşturan, arabalarını çarpıştıran... Kıkırdamalarım kahkahalara döndüğün de bana sinirle bakmaya başladı.

"Ne var?"

Yüzü komik bir hal aldığı için daha da keyiflendim. Sanki saatler önce kendimi yalnız hisseden ben değildim, sanki saatler önce kavga eden biz değildik, yine aynı yerdeydim ve hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam ediyorduk.

Büyük bir sandviçi önüme koyduğunda tek kaşım havaya kalktı. "Bunun hepsini ben yiyemem ki!"

"Hiçbir şey yemiyorsun, düzenin yok, burnuna sokmadan önce o sandviçi bir an önce bitir!" diye bir emir verdiğinde sataşıp sinir etmek isterdim ama uğraşmak istemedim. "Ben dönesiye kadar bitmiş olacak," diyip mutfaktan çıktı.

Tabağı önüme çektim, bir ısırık alıp acaba yirmi dört kez çiğneyebilir miyim diye test etmeye çalıştım. Sağlık dergilerinden okuduğum kadarıyla böyle olması gerekiyordu. Birkaç çiğnemeden sonra istemsizce yuttuğumda sinir oldum ve daha büyük bir ısırık aldım. Ömer'in telefonu titreştiğinde hiçbir şey olmamış gibi, sanki Ömer'in telefonunu her zaman karıştırırmışım gibi elime aldım. Ana ekrana düşen mesaj irkilmeme sebep oldu.

Gelen mesaj: Avukat Hüseyin Akpınar

Şenay Hanım hakkında yeni bir gelişme oldu, Ömer Bey, yarın bu konu hakkında konuşmalıyız.

Birkaç dakika öylece baktım. Bu da neyin nesiydi böyle? Daha önce de okumuştum bu tür mesajları. Ömer'in neyi planladığını anlayamadım. Ne yapmaya çalışıyordu ki?

Telefonu geri yerine koydum. İştahım yoktu bu mesajla iyice kapanmıştı. Ömer mutfağa geri girdiğinde öylece oturuyordum.

"İrem gerçekten kızmaya başlıyorum. Yemiyorsun, uyumuyorsun kendine zarar vermek hoşuna mı gidiyor?"

"Çok yorgunum, uyuyacağım," diyerek masadan kalktım ve mutfaktan çıkıp gittim. Bir şey demesini beklemeden.

Yatak odasına girdiğimde kapıyı kapattım ve kapıya dayandım. Ben o hayatımı geride bırakalı çok olmuştu ve kurcalanması hoşuma gitmiyordu. Babam sonuçta beni sevmiyordu, beni istemiyordu bunu bariz bir şekilde anlamıştım, daha neyin şeyiydi ki bu?

Unutmaya çalışıyordum, o hayatı hiç yaşamamışım gibi. Saatlerce küf kokan ve karanlık o odada kalmamışım gibi davranmaya çalışıyordum. Neden vazgeçmiyordu ki? Neden hala üzerine gidip bir şeyler öğrenmek istiyordu ki? Hayatımın çoğu kısmını, hatta kapatıldığım odayı bile gözlerinin önüne sermiştim.

Banyoya doğru ilerledim, yüzümü soğuk suyla yıkadım. Kendime gelmem gerekiyordu. Kırılmıştım.

Buz Parçaları 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin