Ela gözlüme...
İlk göz ağrımsın benim
Yürek sızım, aşkım, acemi sevdam
Seninle sevdim sevmeyi ben
Güneşi gözlerinde gördüğüm adamSenin hayalinle yumdum gözlerimi
Senin hasretinle yandım her akşam
Her sabah gün doğmadı bana sensiz
Güneşi gözlerinde gördüğüm adamSen geldin bak şimdi gün ağardı
Ne keder kaldı, ne tasa... ne de gam
Mutluluğum, umudum sende saklı
Güneşi gözlerinde gördüğüm adam
. . .Meryem az önce yazdığı şiirin son cümlesini tekrar okuyup kalemini hoşnut bir yüz ifadesiyle şiir defterinin arasına koydu. Defteri kapatıp göğsünün üzerine bastırırken gözlerini kapatıp derin bir nefes alarak kendini yatağının üzerine bıraktı. İki gün olmuştu "Güneşi gözlerinde gördüğü adamını" görmeyeli. İki koca gün! Üç gün önce buluşmaları bir asır öncesi gibiydi, yetmemişti Murat'a olan hasretini gidermeye. Onu hâlâ deli gibi özlüyordu. Gözleri kapalı bir şekilde ona sarıldığı ânı gözlerinde canlandırırken yüzünde geniş bir gülümseme peyda oldu. Hani en sevdiği filmi insan başa sarıp sarıp tekrar izler ya, işte öyle başa sarıp sarıp tekrar yaşıyordu o dakikaları içinde. Kalbi yine o günki gibi kıpır kıpır... Gözlerini açıp mutlulukla kikirdedi. "İyi ki de bayılmışım" dedi kendi kendine. İnsan bayıldığına sevinir mi? O seviniyordu işte, deli kız. Nereden bilecekti ki bu bayılmanın başına ne dertler açacağını.
Durmuş Bey'e geleli tam üç gün olmuştu. Bu üç günde anca yerleşmişlerdi babaannesinin evine. Her gurbetçi gibi onlar da izinlerinin bir kısmını valiz doldurup boşaltmakla geçirmek zorundaydılar. Odaları düzenlemiş, valizleri boşaltıp dolaplara yerleştirmiş ve yolculuğun yorgunluğunu çıkarmaya çalışmışlardı ev işinden arda kalan süre içerisinde. Pek dışarıya çıkmaya fırsatları olmamıştı bu yüzden. Ne Meryem, ne de ailesi köyde dilden dile dolanan dedikodulardan haberleri yoktu.
. . ."Meryeeem! Meryeeem! Gızım neçe yatıyon kalhsane artık!" diye duvarları delen annesinin sesiyle yataktan fırlayıp pijamalarını dahi çıkartmadan doğru banyoya gitti Meryem. Ilık suyla elini yüzünü yıkayıp dişlerini fırçalarken ne kadar şanslı olduğunu düşündü. Köyde sık sık sular kesilirdi fakat Hasibe babaannenin evinde bunlar yaşanmazdı çünkü evin zemin katına su deposu koydurmuştu babaannesi. Bu yüzden her zaman su akardı bu evde. Hatta çatısında güneş enerjisi ile su bile ısınırdı ve evde her zaman soğuk suyla birlikte sıcak su da olurdu. Hasibe babaannenin evi, her ne kadar dışardan köy evi gibi görünse de, içi çok lüks ve moderndi.
Meryem banyoda rutin işlerini hallettikten sonra banyo dolabına yerleştirdiği makyaj çantasını çıkarıp gözlerine hafiften rimel sürdü. Fondöten ve allık da sürsem mi diye geçirdi bir an içinden fakat köy yerinde fazla abartılı olur diye geri vazgeçti. Hem annesini daha fazla bekletip huysuzlandırmaya gerek yoktu. Mutfağa girdiğinde Saliha Hanım'ın dik bakışlarını görmezden gelerek masadaki yerine geçti.
"Hiç gelmiyeydin yavrum. Ben nasılsa ayağına getirirdim kahvaltıyı." diye alaylı bir ses tonunda söylendi annesi. "Ah ah! Sen de evinin hanımı olacan da ben de görecem. Ben senin yaşındayken...." diyerek otomatik tüfeğe bağlayacaktı ki Mesut Bey, "Tamam yeter söylendiğin hanım, şu mübarek gün keyfimizi kaçırmayalım." diye müdahale etti.
"Ağzına sağlık oğlum, yoksa bu gelin dır dır vır vır başımızı şişirecekti," diye gülerek Hasibe babaanne de konuya dahil olunca Saliha "Aşk olsun anne." diye sitem etti.
Hasibe babaanne sol elini şefkatle Meryem'in saçlarından kaydırıp gelinine baktı. "Sen de torunumun üstüne bu kadar gitmeseydin gızım, o daha gücçük."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOZUK PARA (final oldu)
General FictionSevmek biraz da vazgeçmektir aslında. Biraz kendinden vazgeçersin... Biraz da hayallerinden...Bazen ise sevdiğin için hayatını altüst edersin hiç düşünmeden. Kaybettiğinin hesabını yapmazsın severken. Bir gün dönüp bakınca anlarsın ne kadar kaybetti...