Enes'in sözlerinin ardından Saliha gözyaşlarını kurulayarak ayağa kalktı. Donuk bir yüz ifadesiyle kocasının yakasından tutup bağırmaya başladı. "Hepsi senin yüzünden! Hepsi senin yüzünden!" diye haykırdı ağlamaklı bir sesle. Mesut'un yakasındaki ellerini gevşetip yumruk yaptı ve hıçkırarak yumruklamaya başladı eşinin göğsünü. "Anlamadan dinlemeden dövdün onu. Vücudundaki morluklar iyileşmeden apar topar bir başkasıyla sözledin... Yangından mal kaçırır gibi... İşin en kötüsü de benim sana uymuş olmam!" derken acı içinde inledi.Mesut herkesin içinde eşinin onun yakasına yapışmasını ve onu suçlamasını gururuna yedirememişti. Saliha'yı omuzlarından kavrayıp "Kendine gel, bırak yakamı be kadın!" diye tıslayarak onu kendinden ittirdiğinde evde kopan gürültüye uyanıp salona gelen Serkan "Dur yapma Mesut amca! Kendine gel!" diyerek Saliha'nın ve Mesut'un arasına girip kendini siper etti.
"Kadına el kalkmaz Mesut amca. Böyle yaparak sadece sevdiklerinizi kendinizden uzaklaştırırsınız, ki uzaklaştırdınız da." dedi.
"Hem olan oldu artık. Bundan sonra ne yapacaklarımızı konuşalım olur mu?"Mesut başını olumlu bir şekilde sallayarak yüzünü yere düşürdü. Şu çocuktaki olgunluğu kendisi gösterememişti. Bir kere olsun kızına dedikoduların aslını sormamıştı. Yargısız infaz etmişti onu. Oysa idam mahkûmuna bile sorulurdu son sözleri. Utançtan yüzünü yerden kaldıramazken sessizce oturdu kanepenin köşesine.
"Konuşalım bakalım..." dedi nefesini salarak.
Artık konuşulacak ne kalmıştı ki? Öğlen olmuştu hâlâ bir haber gelmemişti komutandan. Demek ki Garip Osman'ın evinde değildi kızı. Orada olsa şimdiye kadar bulunurdu. Peki neredeydi o zaman?. . .
Elinin daha sıkı kavranmasıyla Meryem bakışlarını daldırdığı gökyüzünden koparıp başını yana doğru çevirdi. Meftunu olduğu ela gözlerin hâlâ gökyüzünün mavilerine baktığını görünce Murat'ın onun elini farketmeden sıktığını anlayıp gülümsedi. Mutluydu Meryem... Durmuşbey'de ağlayan ailesini, hâla parmağından çıkarmadığı yüzüğün sahibini ve dilden dile dolaşan ismini düşünmeyecek kadar mutluydu. Bazen bir lahzaya ebediyen hapsolmak ister ya insan... Daha önce hiç olmadığı ve belki de daha sonra hiç olamayacağı kadar mutludur çünkü... Meryem de mutluluğu doruklarda yaşadığı bu ana hapsolmak istiyordu. Yarın hatta bir saat sonra ne olacak bilmiyordu ama böyle, el ele çimlere uzanmış bir şekilde, bir ömür boyu kalabilirdi sevdiği adamla.
"Elimi bu kadar sıkmana gerek yok, bir yere gitmeyeceğim." dedi cıvıltılı bir sesle.
"Ya gidersen..." diye cevap verdi Murat sesli bir şekilde yutkunarak. Başını çevirip ela gözlerini siyah incilerle buluşturdu.
"Gitmek yelkovanın adetidir, beklemekse akrebin kaderi." diye ekledi.
"Nasıl yani?" diye sordu Meryem merakla. Murat'ın ne demek istediğini anlamamıştı.
"Akreple yelkovanın aşkını bilir misin?" diye sordu Murat bedenini Meryem'e doğru çevirerek. Ona merakla bakan gözlere sıcacık bakıp "Kavuşamayan iki aşıktır akreple yelkovan..." dedi ve Meryem'in başındaki kasketi kaldırıp onun omzuna düşen sacların arasına daldırdı parmaklarını.
"Biri çok hızlı, diğeri yavaş... Yelkovan akıp geçerken zaman çemberinden akrep hep bakakalırmış onun ardından. Üzülürmüş. Fakat ne akrep hızlanabilir, ne de yelkovan yavaşlayabilirmiş. Birinin kaderinde gitmek, diğerininkinde beklemek varmış. Fakat saat onikiyi vurduğunda, üzerinden geçerken yelkovan, akrep onu sadece bir an için kendine doğru çekermiş. Sarılırmış ona hiç gitmeyecekmiş gibi. İşte o an akreple yelkovanın kavuştuğu anmış."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOZUK PARA (final oldu)
General FictionSevmek biraz da vazgeçmektir aslında. Biraz kendinden vazgeçersin... Biraz da hayallerinden...Bazen ise sevdiğin için hayatını altüst edersin hiç düşünmeden. Kaybettiğinin hesabını yapmazsın severken. Bir gün dönüp bakınca anlarsın ne kadar kaybetti...