Murat kucağında bir kızla içeri dalınca patın* (pat:sedir) üzerinde öğlen çayını yudumlayan yengesi Fatma elindeki çayı sehpanın üzerine bırakıp oturduğu yerden panikle ayağa fırladı."Murat oğlum n'oldu? Niye aldın elin kızını kucağına?"
Murat bakışlarını panikle evin içinde gezdirip Meryem'i yatıracak yer ararken, "Yenge bayıldı. Ne yapsaydım? Öğlenin sıcağında güneşin altında öylece bıraksa mıydım kızı yolun ortasında?" diye sitem etti. Sesi istemsizce biraz yüksek çıkmıştı. Fatma yengesi bilse kucağındaki kızın kim olduğunu acaba ne derdi?
Fatma önündeki sehpayı bir kenara çekip aceleci bir tavırla patın üzerindeki örtüyü düzelterek Murat'ın kucağındaki kıza yer açarken "Hay Allah! Biri gördü mü sizi?" diye sordu telaşlı bir şekilde. "İnşallah görmemiştir elalem ne der sonra!" diye devam etti kendi kendine söylenmeye.
"Yenge bırak şimdi elalemi de, görmüyor musun kızın halini?"
Meryem'i kucağından indirip patın üzerine yatırdı ve eliyle onun o güzel yüzünü örten saçlarını kulağının arkasına sıyırdı. "Aysel! Su getir!" diye seslendi mutfakta olduğunu düşündüğü kuzenine.
Fatma yenge evindeki kızı birileri görüp de laf söz etmesin diye dış kapıyı kapatmak isterken kapıda bekleyen tuhaf pantolonlu çocuğu gördü.
"Sen de kimsin?" diye sordu şaşkınca.
"Ben Enes." diye cevap verdi çocuk çekimser bir ses tonuyla. Hâlâ olayın şokunu üzerinden atlatamamıştı. Parmağıyla patın üzerindeki yatan kızı gösterip "O da benim ablam." diye eklerken Murat içerden seslendi.
"Yenge kardeşi o, bırak da gelsin içeri."
Fatma kenara çekilip çocuğa geçmesi için alan tanırken başıyla Enes'i işaret ederek: "Bıraksaydın da kardeşi alsaydı kucağına, sen ne diye aldın." dedi.
Murat endişeli bakışlarını sevdiği kızdan koparıp bıkkın bir şekilde yengesine baktı. Ne çok üstelemişti ama. Aldıysa aldı kucağına. Düşüp bayılan Meryem değil de başka biri olsa da yapardı bunu. "Yenge o çocuk kendini zor taşıyor, korkmuş, görmüyor musun?" dedi sabırsız bir ses tonuyla. Bakışlarını tekrar Meryem'e çevirip kuzenine seslendi sert bir şekilde. "Aysel nerede kaldı bu su!"
Aysel'in ise durumu vahimdi. Çocukluğundan beri hayrandı kendisinden bir yaş büyük olan amcasının oğlu Murat'a. Birlikte büyümüşlerdi ama bu Aysel'in büyüdükçe ona aşık olmasını engelleyememişti. Belki bir gün beni fark eder ya da en kötü ihtimal babalarımız bizi evlendirmeye karar verir umuduyla bekliyordu yıllardır. Bu umutla gelen her görücüyü reddetmişti bu güne kadar fakat Murat'ı kucağında başka bir kızla görünce kalbinin tam ortasına koca bir taş oturmuştu. Kimdi ki o kız? Sevdiği adamın kucağında ne işi vardı? Kıskançlık onu öylesine sarıp sarmalamıştı ki kızın baygın olduğunu umursamıyordu bile. Doldurmak için musluğun altında tuttuğu tas dolup taşarken Murat'ın oldukça sert çıkan sesiyle irkildi.
Hemen musluğu kapatıp su kabının kenarlarını bir bezle kuruladı.
"Geldim, geldim. Sakin ol!" diyerek koşar adım daldı Aysel evin mabeyine*. Elindeki suyun bir kısmı çalkalanarak yere sıçradığını umursamadan suyu annesine uzattı. Sonra ellerine önünde birleştirip seyretti sevdiği amcaoğlunun bir başkası için titreyen açık kahverengi harelerini. Haksızlıktı bu. İlk o sevmişti o gözleri.
(mabeyin: ara oda). . .
Gazeteci Emine yüzünde heyecanlı bir ifadeyle koştura koştura yürüyordu köyün taşlı yollarında. Aceleci bir tavrı vardı, geç kalmış da sanki bir yere yetişecekmiş gibiydi. Yetiştirecek demek daha doğru olur çünkü öyle bir şey görmüştü ki, birilerine yetiştirmezse gördüklerini içi şişerdi Emine'nin. Ah Gazeteci ah... Oysa zamanında kendi de az çekmemişti bu milletin dilinden. Belki de o günlerin acısını çıkarıyordu şimdi kim bilir? İntikamını alıyordu bu hayattan kendince başkalarının da hayatını mahvettiğini fark etmeden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOZUK PARA (final oldu)
General FictionSevmek biraz da vazgeçmektir aslında. Biraz kendinden vazgeçersin... Biraz da hayallerinden...Bazen ise sevdiğin için hayatını altüst edersin hiç düşünmeden. Kaybettiğinin hesabını yapmazsın severken. Bir gün dönüp bakınca anlarsın ne kadar kaybetti...