8. Bölüm: Kardelen

10.5K 652 222
                                    

Salih ayaklarının ucunda hışırtıların geldiği çalılara doğru yürürken bir taraftan da bu sabah minibüsüyle Kayseri'ye yolcu taşırken kulak misafiri olduğu fısıldaşmaları düşünüyordu. Duydukları doğru olabilir miydi? Meryem Garip Osman'ın oğlu Murat'la... Yok, yok hayır! Doğru olamayacak kadar çirkindi söylenenler. İnanmamıştı pek aslında ama Meryem'i derede yalnız görünce yine de istemsizce içine bir kurt düşmüştü. Bu yüzden normalde hayvandır mutlaka diye geçiştireceği hışırtıların peşine düşmüştü Salih.  Eğer söylenenler doğruysa... Duraksayıp düşündü bunu. Sonra kararsız bakışlarını Meryem'e çevirip yeğeninin tedirgin yüzünü gözleriyle süzmeye başladı.

Meryem'in titreyen hareleri ürkekçe dayısının çalılara giderek yaklaştığını izliyordu. Ya Murat yakalanırsa? Of ya! Bunu nasıl açıklayacaktı? Dayısının duraksayıp ona baktığını görünce korkudan titreyen bedenini minibüse tutunarak dikleştirdi.

"K-kimmiş dayıcığım görebildin mi?" diye sordu endişesini sesine yansıtmamaya çalışarak. Bunda pek de başarılı olduğu söylenemezdi çünkü Salih kaşlarını çatarak tekrar hışırdayan çalılara döndüğünde kimin çıka geldiğini görünce, az önceki şüpheli düşüncelerinden utandı.

Meryem ise Enes'i kucağında topladığı kuru dallarla birlikte görünce dakikalardır tuttuğu nefesini usulca saldı. İlk defa kardeşinin olur olmaz zamanlarda bir yerlerden pörtlediğine bu kadar sevinmişti. Gerilen bedenini gevşetip rahat bir yüz ifadesiyle Enes'e Hasan ve Hüseyin'in nerede olduklarını sordu.

"Şu karşıdaki tepenin ardında mantar bulmuşlar, onu topluyorlardı. Ben de onlar gelene kadar ateşi tutuşturmak için çalı çırpı toplayayım dedim." diye cevap verdi Enes.

"Mantar mı?"  diye tekrarladı Salih. Pek bir severdi dağ mantarını hele de közde pişince.

"Közde mantar çok lezzetli olur çocuklar. Yalnız buralarda ziyan etmeyin güzelim mantarları, gelin bizim eve gidip bahçede yakalım ateşi." dedi. Enes'in kucağındaki kuru dalları alıp minibüsün arkasına götürürken "Hem şimdi yangın filan çıkarırsınız köylülerle başımız belaya girmesin." diye ekledi.

Enes'e ikizleri gidip getirmesini söyledikten sonra arabanın bagajındaki su bidonlarını çıkarıp Meryem'e uzattı. "Sen de al şunları doldur kızım. Ben de çocuklar dönene kadar bir cuğara içip kendime geleyim." diyerek sigarasını yaktı. Meryem dayısına çekimser bir tebessüm sunarak bidonlara uzanıp az önce sevdiğiyle buluştuğu çeşmenin başına gitti. Murat'ın yakalanmadığına sevinmiş olsa da hâlâ biraz gergindi. Bidonlara su doldukça ağırlaşmıştı ve Meryem'in kolu bu kadar ağırlığı taşımaya alışkın olmadığından dolayı titremeye başlamıştı. İlk bidonu doldurduktan sonra onu yere bırakıp ağzını kapadı ve diğer bidona su doldurmaya başladı. İkincisini de aynı şekilde doldurup kapattıktan sonra bidonları kaldırıp arabaya taşımak istedi fakat omuzunda hissettiği keskin bir ağrı çığlık atmasına sebeb oldu. Meryem'in sesini duyan Salih, gülerek ona doğru gelip elindeki bidonları aldı.

"Tam bir 'Ziraat Tavuğu'sun kızım. Aslı arası beş litrelik bidon. Attığın çığlığı duyan da varil taşıyorsun sanacak." dedi alaylı bir ses tonuyla.

Köydeki insanlar Avrupa'dan gelen gurbetçi çocuklarına ziraat tavuğu lakabını takmışlardı. Anlam olarak dayanıksız, zayıf ve güçsüz demekti.

Meryem, "Aşk olsun dayıcığım sen de mi?" diye sitem etti yapmacık bir alınganlıkla. Normal şartlarda bu su bidonlarını kolaylıkla taşıyabilirdi, güçsüz değildi ama dün olanlar yüzündendi taşıyamaması.

Salih bidonları arabaya yerleştirdiğinde Enes ikizlerle birlikte dönüyordu. Onların gelmesini beklemeden Meryem arabanın ön koltuğuna yerleşti. Çok yorulmuştu.

BOZUK PARA (final oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin