17. Bölüm: İtiraf

7.3K 470 201
                                    

Murat amaçsız adımlarla dereye doğru iniyordu. Sokak lambalarının dâhi olmadığı dere yolu zifiri karanlıktı fakat hiçbir karanlık onun içine düştüğü bu araftan daha da ürkütücü değildi. Zihninde annesinin sözleri, kalbinde Meryem'e olan sevgisi... Kime inanmalıydı bilmiyordu. O kadar canını yakmıştı ki annesinin sözleri. Doğru olabilir miydi söyledikleri? Doğru olmayan şey bir insanın canını bu kadar yakabilir miydi?

Güven... Kazanması zor, kaybetmesi kolay bir duygudur. Şu an o kadar zordu ki güvenmek. Güvenmeden de sevebilir miydi insan? Güven olmadan sevgi var olabilir miydi? Elini göğsüne götürüp kalbinin üzerine koydu ve başını olumsuzca salladı. Olmazdı. Seviyorsa güvenmeliydi de çünkü güvensiz bir sevgi çatısız bir eve benzerdi.

Adımları onu Meryem'le en son görüştüğü noktaya, derenin ağzındaki çeşmeye getirmişti. O gün sevdiği kadının oturduğu yere oturup düşünmeye başladı. Aklını kurcalayan soruların cevabı Meryem'deydi fakat köy yerinde telefon bulmak çölde su bulmaktan zordu bazen. Cebinde bir cep telefonu olsaydı... Gerçi sanki telefon olsa kontör yükleyecek para vardı cebinde. Öfkeyle çeşmenin duvarına yumruklarını geçirip ayağa kalktı ve çaresizce çeşmenin önünde gidip gelmeye başladı. En çok da böyle zamanlarda nefret ediyordu parasızlığından. Annesinin cebine sıkıştırdığı birkaç kuruş para hiçbir şeye yetmiyordu. İşte bu yüzden başlamıştı çobanlık yapmaya, kendi parasını kazanmak için. Fakat mal sahibi anca yayım sezonunun sonunda ödeyecekti ücretini, öyle anlaşmışlardı. Düğün parası olacaktı alacağı ilk maaş. Gerçi artık hiçbir şeyden emin değildi. Düğün olacak mıydı? Olmayacak mıydı? Gerçekten de Meryem bir başkasıyla mı sözlenecekti? Bilmiyordu. Duraksayıp bir süre düşündü bu ihtimali. En son konuştuğunda duyduğu isim geldi aklına. Serkan... O muydu Meryem'in sözleneceği kişi? Bu düşünce kalbinin sıkışmasına sebep olmuştu. Çığlık atarak dizlerinin üzerine çöktüğünde karşıdan gelen bir arabanın farları dere yolunu aydınlatarak çeşmeye yaklaştı. Arabadan inen kişi Emir'di. Murat'ı yıkık dökük bir halde görünce telaşlı bir şekilde yanına çöktü.

"Murat abi? Ne bu halin? Ne işin var burada bu saatte?" diye sordu.

"Sözleniyormuş Emir?" diye cevap verdi Murat başını yerden kaldırmadan.

"Kim abi? Kim sözleniyormuş?"

"O... Meryem..." dedi Murat kısık bir sesle. Buğulu bakışlarını kaldırıp Emir'e baktı. "Acil bir arama yapmam lazım. Senin telefonunu kullanabilir miyim?" diye sordu.

"Arayabilirsin tabii ağabey de elin... Elin kanıyor." dedi Emir şaşkınca kotunun cebinden telefonunu çıkartırken. Pek iyi görünmüyordu Murat. Meryem kim bilmiyordu ama belli ki halaoğlu fena kapılmıştı bu kıza. Murat kanayan elini pantolonuna silip Emir'den telefonunu alırken ona minnetle gülümsedi. Titreyen parmaklarını tuşların üzerinden kaydırıp ezbere bildiği Meryem'in numarasını çevirmeye başladı.

. . .

Serkan kucağındaki incecik bedeni misafir odasındaki yatağın üzerine kırılacak bir vazoymuş gibi usulca bırakırken Saliha sessizce ağlamaya başladı.

Makbule Hanım elini teselli edercesine onun omzuna koyarak, "Korkma dünür, kan şekeri falan düşmüştür kızcağızın, uyanır birazdan." dese de kendisi de oldukça endişelenmişti gelin kızı için. "Ben ona bir şerbet yapıp getireyim hemen." deyip telaşlı bir şekilde odadan çıkarken ailenin diğer kadınlarını da, odadaki kalabalığın Meryem'e iyi gelmeyeceğini söyleyerek, yanında götürdü.

BOZUK PARA (final oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin