Biraz gecikti kusura bakmayın. Tamamen yeniden yazdığım bir bölüm oldu.
Okurken yıldıza basmayı unutmayın olur mu?
Bazen bir kabus görürsün sıçrayarak uyanırsın. Her şeyin bir rüya olduğunu anlayınca rahatlarsın. Fakat bazen de bir kabusa uyanırsın. Hissettiğin boşluk, işittiğin sessizlik korkutur seni. Hiç uyanmamış olmayı dilersin.
Murat da korkuyordu. Annesinin suskunluğu bir kabus gibiydi.
"Anne neden cevap vermiyorsun? Sevdiğim nerede anne? Neden yok burada?" diye sordu sesini olabildiğince yükselterek. Konuşmak bile acı veriyordu ona.
"Oğlum uyanır uyanmaz derdin Meryem mi? Sen iyileşmene bah." diye cevap verdi Güler sesine şefkat katarak. Elini oğlunun saçlarına götürüp okşarken "Şu haline bahale. Onun yüzünden bu hallere düşmedin mi zaten." diye mırıldandı.
Murat başını yana kaydırarak annesinin okşamasından kaçırırken saçlarını yorgun bir nefes verdi. "Onu dağ evinde bıraktığınızı deme bana sakın anne." dedi senine acısını yansıtarak.
"Biz nidek (ne edelim) oğlum! Jandarma alıp götürmüş karahola, oradan da babası gelip almış onu. Biz zaten gendi derdimize düştüydük, elin gızını düşünecek halimiz mi vardı?"
"Babası mı götürmüş... Ya siz? Siz neden gitmediniz onun yanına?" diye sordu boğuk bir sesle. Gözlerini kapatıp yorgun bir nefes daha aldı. Meryem'i dağ başında bırakıp gitmişti. Hatalıydı. Kim bilir neler söylenmişti köyde sevdiği kız hakkında? Neler yaşamıştı Meryem? Kendine olan öfkesi katlanarak artıyordu. Sahip çıkamamıştı sevdasına. Esen ilk yelde savrulup uzaklaşmıştı sevdiğinden. Oysa güvenmeliydi insan sevdiğine. Sevginin yarısı güvenmekti. Gözlerini açıp hayal kırıklığı içinde annesine baktı. O da sahip çıkmamıştı sevdiğine. Soğuk kış gecelerinde dert ortağıydı oysaki. Meryem'i ne kadar sevdiğini en iyi bilendi. Yatakta doğrulmaya çalışınca Güler,
"Dur oğlum n'apıyorsun? Bir yerine bir şey olacah. Daha yeni uyandın komadan." diye panikleyerek hareket etmesine mani oldu.
"Anne bırak beni, benim Meryem'e gitmem lazım."
"Oğlum ayağa galkacah halde misin sen? Bir bah gendine." diye sızlandı Güler. Oğlunu böyle gördükçe o kıza olan kızgınlığı artıyordu. O kız hak etmiyordu oğlunu.
"Abi annem doğru söylüyor, birkaç gün dinlen, kendine gel, sonra bir hal çaresine bakarız." diyen Ferhat'a, Aysel tıslayarak, "Ne saçmalıyorsun sen! Niye saklıyorsun? Murat'ın da gerçekleri bilmeye hakkı var sonuçta!" diye atıldı. Murat'ın hâlâ o kızı düşünmesine katlanamıyordu. O kız sözlüsüyle ortalıkta gezerken günlerdir kendisi beklemişti sevdiği adamın başında. Neden ona karşı bu kadar kördü Murat?
"Ne gerçekleri? Anne...? Baba?" diye sordu Murat. Geldiklerinden beri bir şey sakladıklarının farkındaydı.
Garip Osman bakışlarını Murat'tan kaçırıp eşine baktı. Sonuçta oğlunun annesiyle daha güçlü bir bağı vardı. O anlatmalıydı. Fakat Güler olanları anlatıp onu daha fazla üzmek istemiyordu. O yüzden susmayı tercih etti. Murat'ın sorusu yanıtsız kalınca sözü yine Aysel aldı.
"Sen burada Meryem Meryem diye sayıkla dur! O ise yine sözlüsüyle el ele göz göze!"
"Kes sesini Aysel! Yalan söylüyorsun sen!"
Aysel'in öfkesi daha da körüklenmişti. Sevdiği adam ona inanmıyordu. "Hayır söylemiyorum." diye yükseltti sesini tekrar. İşaret parmağıyla amcasını ve yengesini gösterirken, "Onlar sen üzülme diye susuyor belki ama ben hâlâ o kızı sayıklamana katlanamıyorum. Sen burada ölümle burun buruna yatarken tavşan yamaca çoktan geçti. Geçmiş olsun." dedi alaylı bir şekilde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOZUK PARA (final oldu)
General FictionSevmek biraz da vazgeçmektir aslında. Biraz kendinden vazgeçersin... Biraz da hayallerinden...Bazen ise sevdiğin için hayatını altüst edersin hiç düşünmeden. Kaybettiğinin hesabını yapmazsın severken. Bir gün dönüp bakınca anlarsın ne kadar kaybetti...