Fırat'la Emir ani frenden dolayı öne doğru savrulup arabanın durmasıyla birlikte tekrar geri itilince bir süre ikisi de korkudan konuşamadı. Susup kaldılar öylece.
Fırat'ın "Bir şey'e çarptık galiba dayıoğlu." diye fısıldamasıyla Emir girdiği transtan çıkıp panikle arabanın kapı kolunu kavradı. Tam çıkacaktı ki Fırat, "Dur inme sakın!" diyerek ona engel oldu. "Belki şu kuduz kurta çarpmışızdır ha? Belki yaşıyordur daha."
"Saçmalama oğlum ne kurtu? Hem kurt olsa ne yazar,zaten arabayla çarptık yaşasa bile saldıracak durumda olamaz hayvan."
Emir kararlı bir şekilde arabadan inip karanlıkta çarptığı şeyi aramaya başladı. Farların ışıttığı bir kaç metre ötede bir şey göremeyince biraz daha ilerledi. Loş ışıkta yerde yatan bir adam görünce panik içinde Fırat'a seslendi.
"Fırat koş! Bir adama çarpmışım!"
Çarptığı adama doğru koşup duraksadı. Şok içindeydi. Boğazında düğümlenen çığlıkları bastırmak için elini ağzına kapatıp birkaç adım uzaklaştı yerde yatan adamdan. Öylece takılı kaldı bakışları kanlar içinde yere kapanmış adama. Böyle bir şey ilk defa başına geliyordu.
"Allah'ım ben ne yaptım!" diye sayıkladı titrek bir sesle.
Fırat bir anda kurtlarla alakalı bütün korkularını unutup Emir'in yanına koştu. "Sakin ol Emir belki yaşıyordur. Bir bakalım kimmiş." diye ilerleyerek yerde yüzüstü yatan adamın yanına çöktü. Omuzuyla kalçasından tutarak kendine doğru çevirip dizlerine düşen adama yer vermek için gerilediğinde, arabanın farları adamın yüzünü aydınlatınca ikinci bir şok yaşadı. Gözlerindeki yaşlar kirpiklerinden yanakalarına doğru bir nehir oluştururken göğsünde hissettiği baskı nefesini kesiyordu. Dudaklarını araladığında ciğerlerinde kalan son nefesle "Murat ağabey." diyebildi sadece. Aslında daha çok şey demek istiyordu. Ağabeyim, baba yarım, güvendiğim dağım, sığınağım, uyan demek istiyordu mesela, ama diyemiyordu. Çünkü ateş düştüğü yeri öyle bir yakıp kavuruyordu ki hiçbir kelimeye yer bırakmıyordu. Yaşlar sessiz sessiz süzülürken yanaklarından içinde biriken çığlıklar dışarıya çıkmak için birbirleriyle adeta yarışıyordu.
Panik içinde Murat'ın cansız bedenini sallamaya başladığında bir yanardağ misali fışkırdı çığlıklar göğsünden. "Ağabey! Ağabeyim! Aaaaghh! Emir ne yaptın sen! Çarptığın kişi abimmiş!" derken feryad ederek ağlıyordu.
Emir, hemen koşup Murat'ın başına çöktü. Başta şok içinde ona öylece bakakalsa da, Murat'ın durumundan çabuk müdahale edilmesi gerektiğini anlaması uzun sürmedi. Fırat'ın ellerini Murat'ın omuzundan çekerek: " Fırat sakin ol! Bırak onu, bu kadar sarsmak iyi değil!" diye ikaz etti. Emir tıp okuyordu, ikinci senesi olmasına rağmen bu gibi durumlarda ne yapılması gerektiğini iyi biliyordu. Murat'ın çenesini iki parmağıyla havaya kaldırıp nefes alıp almadığını kontrol etti. Zayıf da olsa hâlâ nefes aldığını fark edince bir nebze rahatladı.
"Çok şükür nefes alıyor, onu hemen hastaneye götürmemiz gerek, ağzından gelen kana bakılacak olursa iç kanaması var."
Fırat'a bakarak ona arabanın arka koltuğuna serdiği battaniyeyi getirmesini istedi.
"Ne yapacaksın battaniyeyi dayıoğlu! Ağabeyimin ağzından kan geliyor derdin battaniye mi!"
"Getirince anlarsın oğlum! Hadi çabuk ol!"
Fırat şimşek hızıyla arabadan Emir'in istediğini getirdiğinde Emir battaniyeyi iki kat edip Murat'ın dibine serdi ve Fırat'a Murat'ın ayak ucuna çökmesi için komut verdi. Fırat yerini aldıktan sonra tek eliyle dikkatli bir şekilde Murat'ın başını kaldırırken diğer eliyle battaniyeyi başının altından geçirdi. Aynı işlemi Fırat'ın ayak kısmında yapmasını söyledi. Sonra her ikisi battaniyenin bir ucundan tutup Murat'ı yavaşça battaniyenin üzerine yuvarladılar.
Emir bunu Murat'ın vücutunda olası kırıklara daha fazla hasar vermemek için yapmıştı. Bu gibi yaralıları kucağına almak ciddi anlamda kalıcı hasar bırakabilirdi. Murat'ı orada öylece bırakıp arabaya koştu ve arka kapıların ikisinide açıp ön koltukları öne doğru ittirdi.
Koşarak geri döndüğünde Fırat'a, "Battaniyenin iki ucunu sen tutuyorsun iki ucunda ben, Murat'ı yavaşça kaldırıp arabaya taşıyacağız." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOZUK PARA (final oldu)
General FictionSevmek biraz da vazgeçmektir aslında. Biraz kendinden vazgeçersin... Biraz da hayallerinden...Bazen ise sevdiğin için hayatını altüst edersin hiç düşünmeden. Kaybettiğinin hesabını yapmazsın severken. Bir gün dönüp bakınca anlarsın ne kadar kaybetti...