~33.BÖLÜM~

611 35 34
                                    

Sahurda okumalık bölüm getirdim size🌸

Satır arası yorumlarınızı bekliyorum.

Bukre

Kalbimdeki inanılmaz acıyla birlikte ona yüzümü döndüm. "Bukre" dedi. Başımı yüzüne çevirmedim. Yutkunduğunu duydum. O beni bırakıp gittiğinde ben yutkunamamıştım bile.

"Sana anlatmak istediğim şeyler var." dediğinde her ne kadar merak etsem de başımı olumsuzca salladım. "Dinlemek istediğimi sanmıyorum." 

"Lütfen" dedi. Başımı ona çevirdiğimde bana yalvarırcasına bakıyordu. Ama onu dinlemek istemiyordum. Onu da, babamı da görmek istemiyordum. Benim de bir gururum vardı ve ben o gururu her ikisi için de yeterince çiğnemiştim.
Şimdi yüzlerini dahi görmek istemiyordum.

Her ne kadar özleyeceğimi bilsem de..

"Git" dedim benim bile zor duyduğum sesimle. Gözlerindeki acıyı o an görmüştüm. "Olmaz" dedi kendine geldiği sıra.

Kendimden emin bir sesle "zorlama lütfen, git." dedim.
"Gitmiyorum" dedi tüm kararlılığıyla.  "Gidemem" dedi sessizce. Bu sıra içeriye Demir ve Betül girdi. Onlar içeriye girdiğinde zorlukla gülümsedim.

Demir "Bukre daha iyi misin?" diyerek yatağın kenarına oturdu. Bize kızgın bakan gözlerin farkındaydım. Gülümsedim "daha iyiyim"
"Seninle bu konuda konuşacağız hanımefendi. Sana fazlasıyla kızgınım, hele bir iyileş hesabını soracağım." dedi yalancı bir sinirle. Kahkaha attım. "Sorarsın sorarsın."

Ne mi yapıyordum?

İyi rolü.

Sonuçta babam beni sevmiyor değildi, değil mi? Ya da tek güvendiğim ve aşık olduğum adam benimle oynamamıştı. Annem hayattaydı. Neden üzüleyim ki (?)
Bu karadı az önce aldım. Sanki hiç dedim yokmuş, hiç canım yanmıyormuş gibi kahkaha atacaktım.
Madem bu hayat bir filmden ibaretti, o zaman rolümü iyi oynamalıydım öyle değil mi?

Ozan

Kahkaha attığında sinirlerim biraz daha kendini belli etti. Zaten o Demir denen adam yanına oturmuştu, bir de ona olan kahkahasıyla sinirlerim gün yüzüne çıkıyordu.
Hızla ayağa kalktım ve biraz nefes alabilmek adına dışarıya çıktım.

Bu sıra telefonum çaldığında cebimden telefonu çıkardım. Arayan numarayı gördüğümde sinirle soludum.

"Nerdesin?" dedi karşıdaki ses. Soğuk sesimle " hastanede" dedim. "Neden?" dedi sert ses. "Bukre'yi hastaneye getirdim." deyince bir yutkunma sesi geldi karşıdan. "Tamam" diyebildi sadece. 'Ne oldu?'  diyemezdi.
Bir şey söylemeden kapattım telefonu.

Derin bir nefes aldım ama 1 yıldır olduğu gibi aldığım nefes boğazımı yaktı. Bukre'siz nefes bile alamadığımı şu 1 yıldır aldığım her nefeste içime giren her nefesin canımı yakışından anlamıştım. Bukre'siz aldığım nefes bile zarar ziyandı.

O benim gökyüzümdü. Gökyüzü olmayan bir yerde nefes alamazdı ki insan. Ben nasıl gökyüzümsüz nefes alacaktım?

Ama o gün, Bukre'yi yerde o halde, çaresiz gördüğüm an kendime söz verdim. Onu bir daha üzmeyecektim. Onu bir daha bu hâle getirmeyecektim. Onu bir daha kırmayacaktım. Sonu her ne olursa olsun bir daha benim yüzümden ağlamasına izin vermeyecektim!

Çünkü onu yerde öyle yatarken gördüğümde hayatımda hiç korkmadığım kadar korkmuştum. Çünkü onu o hâlde gördüğümde canım hiç yanmadığı kadar yanmıştı. Belki ben o hâlde olsaydım bu kadar yanmazdı canım. Belki onun yerinde ben olsaydım bu kadar korkmazdım ölmekten. Bu yüzden söz verdim kendime. Onun canı bir daha yanmayacaktı. İzin vermeyecektim.

YABANCI (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin