Merhaba...
Uzun zamandır, "Acaba açıklama yapsam mı? Nereye yapsam? Panoya mı hikayeye mi? Ne desem? Ne denir ki? Kimsenin bir şey demesine gerek yok ya da ne denilir ki?" bu tarz sorular aklımın bir köşesinde... ama küçücük bir köşesinde. Belki de Jungkook'un tebeşirle çizdiği o pencerenin önündeki mermere koyulan basit bir kağıt parçası kadar yer kapladı beynimde. O kadar küçük ve değersiz.
Size dürüst olacağım.
Size açık olacağım.
Yarım kaldım.
Kendimi çok hazırladım. Hazırlamaya çalıştım. Hep dedim ki; bu sefer sona geldik. Umutlanma. Bu sefer son. Seni hatırlamayacak. Uyanmayacak. Bitti.
Ama umutlandım. Uyanacağını düşündüm. O nefes almayı bırakıp solunum cihazına bağlandığında bile dedim ki; geri gelebilir. Yapabilir. Yoruldu belki ama savaşabilir. Beni geride bırakmaz. Küçücüğüm ben daha. Beni bırakmaz. Az yardımcı olsun şu makine, az destek alsın. Sonra toparlanacak.
Boşa umutlandım. Bile bile kendimi yaraladım.
Beni duyup duymadığını bilmeden her gün gittim. On dakika boyunca yanında çok saçma şeylerden bahsettim. Ağladım, elini sıktım.
Kabullenmek istemedim.Hala da kabullenemiyorum.
9 ay boyunca eldivensiz dokunamadığım tenine... ilk defa eldivensiz dokundum. Soğuktu.
Ama benim artık çöplüğüm değil, tüm bedenim yanıyor. Uyuyamıyor, uyuduğumda ise ağlayarak uyanıyorum. Berbat bir haldeyim.
Geçecek biliyorum, insan nisyan (unutmak) mastarından müştaktır. Yoksa bir saniye bile dayanamazdık.
Ama zoruma gidiyor. Şehir yeni, ev yeni olsa bile anısı her yerde.
Burada şöyle demişti, bu koltuk onun koltuğuydu, bu dolabın parasını bana ödetmişti, bu gömleğini çok severdi, bu kravatını bana bağlattırırdı.
Geçen sene Nisan ayında beni çağırmıştı. İki günlüğüne. Özlemiş.
Gitmedim. Nasıl kırıldıysa artık Nisan'da onu kaybettim.
Vizelerim var diye gitmedim. Neden gitmedim?
Şimdi ben özledim desem... Neden gelsin ki?
Üzgünüm. Gerçekten. Toparlanamıyorum.
Elim kolum bağlandı. Kağıttan olan evim başıma yıkıldı.
Yazmanın bana iyi geleceğinden şüpheliyim. Eğer bu psikoloji ile yazarsam; Jimin için düşündüğüm komedi kurgusu angst olur. cuHd'da ise Suga Jungkook'un bedenini ele geçirir, Taehyung her an herkesi katledebilir, Bae Ra ise... bilemiyorum. Gördüğünüz üzere düşünemiyorum bile. Cümle kurma kabiliyetimi kaybettim. Beni düşünenlere, yardımcı olanlara, dua edenlere teşekkür etmekten başka bir şey gelmiyor elimden.
Buraya günler sonra ilk defa giriyorum. Az da olsa büyümüşüz. Ailemize yeni kişiler eklenmiş. Takipçi olarak da aynı şekilde. Yorumlarınıza, desteğinize karşılık veremediğim için özür dilerim.
Dönecek miyim? Çalışacağım.
Bana biraz zaman verin. Acımı yaşayabileyim. Bu zaman belirsiz olsun ki ben de dönünce size hiçbir şey olmamış gibi şımarıklık yapabileyim. Artık nazımı çeken yok.
Hiçbir zaman evim varmış gibi hissetmedim zaten. Dünya için iki kapılı han derler. Ama ben bu handa bile evsizdim. Şimdi ise oturduğum o sokak kaldırımını, yaslandığım elektrik direğini kaybettim.
Çok konuştum. Parça parça, saçma saçma.
Hikayelerim kalsın istiyorum -ki burada bir bağım/bekleyenim olsun. Geri dönmek isteyeyim. Olur da dönemezsem anlarsınız zaten.
"Önsöz" kısmında da değiştirmem gereken bir cümle var sanırım. Ama gücüm yok. O yüzden yeni gelenler ve bu açıklamayı görmeyenler yaşıyor bilsinler.
Teşekkür ederim. Hoşçakalın ve unutmayın;
Hayatınızın en mutlu anında olabilirsiniz, sadece bunun farkında değilsiniz.
-skygger
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cuHd | Jungkook
Fanfictamamlandı• Gürültünün çirkinliği ne kadar tırmalarsa zihnini, sessizliğin uğursuzluğu da o kadar uyuşturur bedenini. Ortası yok ve geç bile kaldık. Kurtlar ulumaya başladı. Zamanı geldi. Çalan davulları duyabiliyor musun? ...